SAYFA YAZISI: Hayat Uzayıp Giderken…

Hayat Uzayıp Giderken
Gitgide Kısalan Yazarlık Yaşamım…
M.Sadık Aslankara
(18.10.2018 YAZISIDIR.)

Patika dergisinin, 6 Ekim 2018’de Ankara Mehmet Akif Ersoy Edebiyat Müze Kütüphanesinde, “Çok Yönlü Bir Sanatçı” başlığıyla, neredeyse bütün kitaplarımı kapsayıcı bir “çalıştay”, “sempozyum” havasında gerçekleştirdiği bu “çok yönlü” çalışma, başkalarınca verimlerim üzerine yapılan değerlendirmeler konusunda beni de düşünmeye yöneltti ister istemez.

Ertuğrul Özüaydın’ın açılışını yaptığı, Süreyya Köle yönetiminde İlkay Noylan, Zerrin Saral, Mehmet Fırat Pürselim, İclâl Nur tarafından sunulan çalışmaların yer aldığı etkinlik, Patika’nın o güne yetiştirilen Ekim Kasım Aralık 103. sayısında yer alan, “Dosya: M.Sadık Aslankara / Yönetmenler: İlkay Tuna- Süreyya Köle” bölümüyle daha da yükseldi, genişledi.

Çünkü etkinlikte sunulan çalışmalar yanında Patika’da bunlara ek olarak İlkay Tuna’nın benimle yaptığı söyleşi, yaşamıma dönük bütünleyici özet, Süreyya Köle’nin Sığınak’ta sürdüğü “otobiyografik iz”, Arzum Gökçe Köle’nin Le’den kalkarak yaptığı değerlendirme, sonra Fatigül Balcı’nın, anlatıcısını, Ömürdeğer’in ana karakteri Mutlu Varlık Tunçoku’yla buluşturduğu öyküsü, etkinliği farklı bir boyuta taşımış oldu.

Genel dağıtımı yapılan İstanbul merkezli dergilerin tümünde de kitaplarım üzerine bugüne dek azımsanmayacak sayıda yazı yayımlandığını söyleyebilirim. Bunlara Cumhuriyet Kitap’la Radikal Kitap’ı da eklemeliyim. Hatta Cumhuriyet Kitap’ın Ömürdeğer’le beni kapağa alışını da (21.8.2014, sayı 1279).

Ama genel dağıtıma çıkmayan, İstanbul dışındaki çevre dergilerince gerçekleştirilen dosyaların bütün bunlar içinde apayrı bir yeri bulunduğunu belirtmem gerekiyor.

Burhan Günel, Karşı’da dostluk gözetişi bağlamında bir yaklaşım sergilemişti, unutmuş değilim, ama dosya halinde yoğun emekli çalışmalar olarak özellikle Agora’nın (Ocak Şubat 2004, sayı 35), Öykü Teknesi’nin (Temmuz-Ağustos 2010, sayı 16) adını anmamak yalnız haksızlık değil, yazın tarihine karşı da ciddi kusur oluşturur.

Yazarlık yaşamıma dönük ilk kez dosya açan Agora’da, sevgili Hasan Özkılıç, Hayri K.Yetik, yanlarına Erbil Göktaş’ı, Mustafa Alak’ı da alarak farklı çalışmalarla buna katkı sağlayan yazarlar oldu.

Öykü Teknesi’ndeki dosyada yazar sayısı daha da artmış bir görüntü verdi: Mine Hoşcan Bilge, Hayri K.Yetik, Hasan Özkılıç, Tarık Güney, Sultan Yenal, Mustafa Albayrak, Zeynep Sönmez… Cicoz’a özgülenmiş izlenimi bıraksa da, Hayri’yle öteki arkadaşların paha biçilmez incelemelerini unutmuş değilim.

Bütün bunların ardından Patika’daki dosya, çok başka bir açılım getiriyor yine de. Çünkü önceki iki dosyada benimle yapılmış söyleşiler ağırlık taşıyıp inceleme, eleştiri daha geride görünür ya da tek bir kitabım daha çok ağırlık taşımış izlenimi bırakırken, bu son dosya, öykülerim, romanlarım, bunlardaki kimi izlekler üzerine bütünü kapsayıcı konumda yürütülen yoğun emekli bir çalışma dizgesiyle kendini gösteriyor. Böylelikle yazara da yol gösterici nitelik taşıyor, neredeyse kılavuz oluyor.

Bu nedenle yukarıda adlarını tek tek andığım yazarlarca, dosyada yaygın bir karşılaştırma örüntüsüyle yapılandırılan bu çalışmaların değeri üzerine ne söylense az,. İşte bu niteliklerinden ötürü Patika’daki dosyanın, yazarın kendisi için de yol göstericilik taşıyacağı tartışma götürmez bana göre.

Kim bu yazar peki? Ben: M.Sadık Aslankara.

Hiç kuşku yok ki önceki dosyalardan da yararlanmıştım. Ama bu kez daha farklı bir durum çıktı karşıma. Çünkü gerek oturumdaki sunumlar gerekse dergide okuduklarım, kurmaca çalışmalarıma dönük kazıya çıkanların, onlar bunun ayırdında olmasa da, ancak yazarın, kendi sezgisiyle erişebileceği bir yol haritası ortaya koyduklarını düşündürttü diyebilirim bana.

Herhangi yazarın böylesi bir çalışmadan yararlanmaması için affedersiniz ama aptal olması gerekir.

Sonra durdum, kendime baktım. Sanat, kendi yolunda sonsuzca akadururken gitgide azalıp daralan zamanımı geçirdim gözlerimin önünden…

Nasıl yetiştireceğim yazınsal anlamda kendimce belirlediğim ev ödevlerimi? Derken Haldun Taner ustam yetişti imdadıma.

Onun, o alçakgönüllü güç gösterisi:

“Elbet benim de aklımdan, gönlümden geçirdiğim, notlarını aldığım nice öykü, oyun, yazı var. Ya olmazsa? Aman canım, ne olur sanki? Bu dünya bir tek benim yazılarımı bekliyor değil ki? Varsın bunları da başkaları yazsın…”

Ustanın söyledikleri kendi ağzından değil, anımsadığım kadarıyla ben söylettim ona.

Üstelik ölen o, ama benim önümde; yaşayan benim, ama onun ardında.

“Ha üç gün önce, ha beş gün sonra,” diyen Ziya Osman Saba’nın “Kim Bilir” şiirine mi kulak versem:

“İlk yağmur damlası düştü
Kuru yapraklarına güzün.
Ardında kış kıyamet,
Dert, hüzün.
Alınyazısı hepsi… Kısmet…
Kim bilir kaç günü kaldı
Ömrümüzün?”

Yine de karamsarlığın anlamı yok.
Ne demişti Hawking:
“Hayat varsa umut da vardır.”