1. Erdem Öztop; Ankara Öykü Günleri Söyleşisi

Sadık Aslankara ile Ankara Öykü Günleri Üzerine Söyleşi
(Cumhuriyet Kitap)

ERDEM ÖZTOP

* Eleştirmen misyonunuz açısından, ilkin “öykü günleri düzenleniyor” dendiğinde, nasıl bir değerlendirme yapmıştınız?

Sadık Aslankara: Bu etkinlikler başlamadan önce Özcan Karabulut’la tanışmıştık. Ankara’da, pek çok yazarın, öyküseverin katıldığı, öykülerin okunduğu, konuşulup tartışıldığı bir etkinliğin kaç yıldır öncülüğünü, düzenleyiciliğini üstleniyordu zaten. Ama İlk “Öykü Günleri” etkinliğini Cumhuriyet’te haber olarak okuduğumda, doğrusu bunun da öncekilere benzeyen türde oturumlar olabileceğini düşünmüştüm, bunlar gelmişti gözümün önüne. Ama ikincisine katıldığımda gördüm ki, bambaşka bir düzeye gelmiş bu. Tam bir sıçrama. Bu etkinliklere katılmayanlar, bunun ne olduğunu anlayamaz. Programı okusa da, karşılaşacağı gerçekliğin farklı olacağı kanısındayım çünkü ben hâlâ.

* Bu yıl onuncu yılı kutlanacak olan Ankara Öykü Günleri sizce ne  gibi etki(ler) yaptı öykücülüğümüze?

Sadık Aslankara: Öykü dergileri ile öykü günü etkinlikleri, Türk öykücülüğünün yalnızca son on yılını etkileyip onu biçimlendirmiş, yönlendirmiş değil bana göre. Öykünün tanımını, öykücülüğümüzün niteliğini, öykü yazarının tekniğini, hatta sanatı kadar dünyaya bakışını da değiştirmiş, geliştirmiş çok önemli bir etkinlik paketi ya da bütünü bu. Öykü günlerinin işlevselliğini tek tümcede özetlemem gerekseydi, öykücülüğümüz için katılımcı geliştirimci farklı bir kavrayış derdim gönül rahatlığıyla. Ancak kimileyin duyuyorum, edebiyat matinesi vb. türünde etkinliklermiş gibi alınabiliyor bunlar. Doğru değil!  Çok farklı etkinlik türü bu! Öykü günleri başlamazdan önceki öykücülüğümüzle etkinlik sürecinde gözlenen çıkan öykücülüğümüz artık çok başka! Bunun ayırdına varamazsanız sağlıklı değerlendirme yapamazsınız bence.

* ‘Artış hep romanda oluyor’ değerlendirmesinde, öykünün yerini nerede görüyorsunuz? Öykücülüğümüz hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Sadık Aslankara: Öykünün okuru dün de seçiciydi, bugün de seçici. Öykü okuru seçiciyse bu, işaretparmağıyla gösterilecek denli az olduğunu da gösterir aynı zamanda onun. Ama romana bakın, romandaki nitelik düşüklüğüne koşut bir okur yığını da var, seçkin okur beni bağışlasın, ama roman okuru gide gide “nesebi bozuk” bir okur tipine dönüşüyor. Bu yüzden romandaki okur çokluğuyla öyküdeki okur azlığının söz konusu türlerin birer göstereni gibi alınması yanlış olur. Kafamı kurcalayan tek yan var bu konuda: iyi roman okuruyla iyi öykü okuru aynı okur mu değil mi? Zaman zaman bunların aynı kişiler olmadığı yönünde kuşkular duymuyor değilim. Oysa profesyonel yani okuma eylemini “uz”laştırmış bir okur öykü, roman kadar iyi şiirin, oyunun, eleştirinin, denemenin, senaryonun da ölçütüdür herhalde!

* Son olarak, öykücülerimize mesajlarınız?

Sadık Aslankara: Bir tek Sait Faik, Çehov ya da herhangi bir öykücü okunarak bunun ardıllığına soyunup iyi öykücü olunamaz! Okuduğunuz öykücü sayısı toplamı, sizin değerinizin de ölçüsünü ele verir. Diyelim doksan dokuz farklı öykü yazarı okuduysanız bugüne dek, kıratınız 99’dur, ama on sekizde kalmışsanız da 18’lik bir kıratınız vardır. Altın, gümüş, bronz madalya toplamına benzemez bu, kendi ustalığınızı kimileyin çırağınızda da bileyebilirsiniz, unutmayın bunu! Bir de şunu söylemeden geçmeyeyim: Türk Öykücülüğü, dünya çapında ciddi bir öykücü verimine sahip! Dünya halkları, yazın kamuoyları bunu bilmeyebilir, göremeyebilir, ama eğer öykü yazmaya soyunmuşsanız siz bunu bilmek zorundasınız! Bunu önemsemeden, elinizin tersiyle bu gerçekliği bir köşeye iterek öykü yazmak trajikomik bir durumdur yalnızca. Ben, kendi payıma Türk öykücülerini okumaktan hem büyük tat alıyorum, hem de büyük mutluluk, onur duyuyorum. Oysa Türk romancılığı için genelde bunu söyleyebilmem olanaksız!