ATÖLYE’DEN: Adalet Temürtürkan; Sadık Aslankara Atölyesinden Düşlerim

Sadık Aslankara Atölyesinden Düşlerim
Adalet Temürtürkan

Yıllardır her gün aldığım gazetenin kitap ekinde, keyifle okuduğum yazar,  salt yazar değil, tiyatrocu, eleştirmen, belgesel yapımcısı…

Heybesi dolu bir âdemoğlu Sadık Aslankara. Duydum ki Ankara’da yazarlık atölyesi açacakmış.

Düşündüm, taşındım, sordum soruşturdum. En eski arkadaşım Kafiye’nin elini tutup, gözümü kapattım. Huzura çıktım. Tanışıp, konuşup karar verecektim.

Gördüm ki ufacık tefecik, heyecanlı, coşkulu, ak saçlı bir babacık. Sordu soruşturdu, ince eleyip sık dokudu. “Kimsin, necisin, benden ne istersin?”

“Hem okurum hem yazarım, yazdığımı turşu küpüme atarım. Küpüm doldu taştı da, oldu mu bilemedim? Bir bilene danışayım,” dedim.

“Anlat, ne yazarsın?”

“Öykü, şiir yazarım.”

“Okuduğun yazarlar kim?”

Dilimin ucundaki ustaların adını unuttum,  yenilerden bir iki yazar saydım.

Dudağını büktü, yüzünü ekşitti.  “Anladım.” dedi.

“Ustasını bilmez, seni şaşkın,” diyordu bakışı.

Eyvah ki ne eyvah! “Kel Mahmut Hoca” karşımdaydı. Cetveli de var mıydı acaba? İlkokulda elime inen cetvelin acısını duydum bir anda avucumda. Kem küm ettim, sustum. “Mahcup oldun,”  dedim, pır  pır eden yüreğime.

İçimdeki ses dürttü. ”Yaşı yok öğrenmenin, içi dolu küpünün. Yazıp yazıp atıyorsun, ne yazıyorsun, onu da bilmiyorsun, üstünü örtüyorsun, kedi misin?  Girdin dönülmez bir yola,  bakma geriye, yürü be yürü! Çekilme köşene!”

Akıl dedi ki, “Otur oturduğun yerde, oku, oku, oku. İlk emir değil mi bu?  İş açma başına, çile çekmek neyine? Karnın tok, sırtın pek, keyfine bak!”

Kafam karışık, boynum bükük, eve döndüm. Sevgili yazarlarım kitaplığımdan çıkmış, surat asık,  kaşlar çatık. Dediler ki bana, “Aşk olsun sana, neden gelmedik aklına?”

Bir elinde “Sırça Köşk” bir elinde  “Değirmen” yanı başında  “İçimizdeki Şeytan”  “Aldırma Gönül…” diyordu, Sabahattin Ali.

Sevgi  Soysal,  avluda  volta atıyor, yanında “Yıldırım Bölge Koğuşu Kadınları”, avucunda  memesiyle  “Tante Rose”  kırık camda. “Yürümek” lazım, her gün en az sekiz sayfa yazmak lazım… diyordu.

“Eski Bahçe”deyim, kırklı yaşlardayım.“Çocukluğumun Soğuk Geceleri”ni yazıyorum. “Yaşamın Ucuna Yolculuk” yapıyorum. Hatırla beni, ruhumun acılarını, diyen Tezer Özlü bir ağlıyor bir gülüyordu.

“Türk Köylüsü”nü anlatıyor Nazım Hikmet,“Topraktan öğrenip/ kitapsız bilendir./ Hoca Nasreddin gibi ağlayan/ Bayburtlu Zihni gibi gülendir./ Ferhad’dır/ Kerem’dir/ Keloğlan’dır…”

Ahmed Arif,  öyle mahzun, öyle garip bakıyor ki. “Hasretinden Prangalar Eskittim.” “Leylim Leylim” “Dört Yanım Puşt Zulası” diyor, “Diyarbekir Kalesinden Notlar” yazıyor. Leyla Erbil, ucu telli mektup okuyor,  “Tuhaf Bir Adam”dan.

Murathan Mungan, “Yüksek Topuklar” ayağında, “Harita Metod Defteri” elinde, yırtıyor, parça pırtık. Oy Mardin, Mardin, çocukluğum kaldı sende… Elim ona uzanıyor, dilim çözülüyor. Hadi gidelim, ben “Lal Masallar”dan  Selvihan, diyorum. O “Üç Aynalı Kırk Oda”dan “Cenk Hikâyeleri”  anlatıyor.

Makedonya”dan, Viran Dağlar”dan gelmiş Necati Cumalı, “Ay Büyürken Uyuyamam”  diyor, “Yalnız Kadınlar”ı.

Denizi anlat, denizi diyordu,   Zeyyat  Selimoğlu, Deniz Kavukçu.

Sait Faik, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Öner Yağcı,  Osman Şahin, Füruzan, Mine Söğüt, Jale Sancak, Kemal Varol ve adını yazamadığım yazarlarım, hepinizi okurum, dilinize, kurgunuza hayranım, şükranlarımı sunarım. Ancak yerim dar, listeyi uzatamam, eksen kayar, okur bıkar, hocam kızar.

Ferit Edgü iteliyor,  eylem yap, durma, “Yazma Eylemi” yap.

Rehbersiz eylem olur mu? Sadık Aslankara Ankara’da. Yol açıyor, fener tutuyor,  dilini, sesini arayana. Karar verdim, atölyeye gittim.

Dedi, “Var mı kendine ait bir oda?”

Dedim ki, “yok.”

“Nerede yazıyorsun?”

Dedim, “Evde, yolda, uykuda, her yerde.”

Dedi, “olmaz öyle!  Yap kendine bir masa, sözlük al yanına, müzik gelsin kulağına.”

Neler anlattı, neler. “Öykü mü yazacaksın? Kulağında küpe olsun bunlar. Oku oku yaz, yazdığını dilinde tart, dinlendir, şenlendir, arındır, ritim ver, düş kat,  salkım tak, büyü yap. Sahici ol, inandır, kandırma.  Düz ovada yürür gibi yazma, uçuruma git, dağa çık. Aman ha geri dön çabucak. Yoldan çıkma,  şaşırma, şaşırt.  Meraklandır, canlandır, ete kemiğe büründür, giydir, renklendir, rüküş olma sakın. Okuru öyküye al, birlikte yürü. Kısa kes, dırdır etme, iç dökme, uzatma, okuru kaçırma…”

Liderimiz Aslankara. Eylemsiz olur mu atölye? Sözcükler yarattık, cümle kurduk, bozduk. Düşe yatıp, kalkıp yeni cümle bulduk. Yetinmedik, aradık, sorduk, soruşturduk. Okuduk, dinledik, dilimizi öğrendik, anlatı dilimizi kurduk, beğenmedik, bozduk. Soyutladık.

Bir karakter yarattık. Adı yok. Grili Kadın. Saldık sokağa, olmaz işler geldi başına. Takip ettik, suçüstü yapmak istedik.  Her birimiz apayrı suç işlettik. Tek tek çözdük, artalan sırrını.  Helal olsun kadına, beraat ettirdi kendini.

Atölyemiz, “Sığınak” oldu hepimize, Sadık Aslankara yönetiminde. “Ömürdeğer”di. İçimizdeki çocuğu aradık, bulduk. İp tuttuk, çatı kurduk. Ayşegül’ün  balonlarını hayalimizle  şişirdik, uçurduk,  patlattık. Düşündük taşındık, yazdık, bozduk. Düşe yattık, uyandık, şiir, masal okuduk. Yeni hayaller kurduk. Paylaşmayı, dayanışmayı, imeceyi içselleştirdik, birlikte yedik, içtik.

Toprak Hoca’dan öğrendik, beden dilini, dansın ritmini. Müziğin ritmiyle gözü kapalı uçmayı.

Hayal kurduk.  Bulgur dibekte, tokmak elde döndük ha döndük. Yoruldu bedenimiz, arındı ruhumuz ve dilimiz. Huda’ya döndük, “Enel hak”, “Ben yazarım,” dedik. Nesimi’ye selam gönderdik.

Kulağımda küpeler, dilimde sözcükler.  Elimde imzalı “Şano”, cebimde  “Cicoz”  hepsi Aslankara hediyesi.

Sayılı gündü,  rüzgâr gibi geçti. Ah ne hoştu, ah ne hoştu.