BANA GELEN MEKTUPLAR: Saffet Uysal

Antalya, 11.3.96

Sevgili dostum,

Üç beş gün geciktim. Sana yollamak istediğim bazı belgelerin fotokopisini tamamlayamadığım için. Bugün de Karabibik öyküsündeki yer adlarını eklemek için kendi çalışmamdan bir kâğıda notlar aldım. Bir de baktım, kitaplar arabada kalmış. Sağdaki soldaki bir köşeden bulup yolluyorum.

Sevgili Arslankara, sana 5.2.1990 tarihinde “Bu Toprağın Sesi TRT-2” (daha doğrusu R.T)”de yayımlanan bir yazıyı yolluyorum. Ondan sonra bir kez daha işledim ben Karabibik’i. Ve hatta Ansan (Antalya Sanatçılar Derneği’nde) bir de söyleşi yaptım. Yeni saptamalarla konuyu bir daha açtım. Ama sanırım, senin bir değinme yazın için bunlar yeterli.

Kendi kitabımla ilgili bazı notlar yazmak istiyorum.

Neden Elifî Bahar diye soruyorlar. Bir ara yaşlı bir Bektaşi kocası semah çalıyordu: “Kaldır kollarını Elif”i Yeşil” diye bir dize söyledi. Ben bu dizeye tutuldum. Arkadaşlarıma danıştım. Arkadaşlarım dediğim Ruhi Su’yla hapis yatmış, Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapmış 1915 doğumlu Veli Gemici idi örneğin; 1927 doğumlu felsefe mezunu, Fransızca’dan su gibi şiirler okuyan, çeviriler yapan Hüseyin Demirhan’dı. Ya da şair Hasan Şişli… Onlar da sevdiler. Ama ben yeşili “bahar”a çevirdim. “Elifî Bahar” olarak kullandım. Çağrışımı güçlü ve çoğalan bir söylem. Eski alfabenin ilk harfi, tanrının adının ilk harfi, doğruluğun da biçimsel olarak simgesi, Karacoğlan’ın incecikten kar yağdırdığı güzel. Sonra ille de bir şey olmak zorunda da değil. Bilmiyorum sen nasıl bulacaksın?

Elime geçirdiğim birkaç yazıyı ekliyorum. Bunlar Abdullah Şanal, Musa Seyirci, Gürbüz Aydın, Hüseyin Demirhan ve Veli Asan’ın yazıları. Birçok mektup var. Bunlardan Fakir Baykurt’un ilginç bir girişimi var. Şöyle diyor:

“Bana küçücük bir bomba gönderdin. Elifî Bahar’da dokuz metin var. Dilinin güzelliği sayesinde hepsini okudum; okutuyorsun.” dedikten sonra da bazı övücü sözlerin yanında eleştirilerini yazmış. “Dil ve anlatımda bunca büyük başarı yanında, form konusunda benden daha ihmalcisin” … “Niçin biraç daha pişirmiyorsun yazmadan önce. Ama hemen söyleyeyim ‘Acı Hava’, ‘Geç Kalan Röportaj’ çok güzel yapıtlardır, dolu dolu…” (2.12.1996 tarihli mektup)

Sonra da halkın sorunları konusunda bende gevşeklik bulduğunu (pardon gördüğünü) yazmış. Saygıyla karşılıyorum. Birkaçına katılmasam da eleştiri eleştiridir. Ama Elifî Bahar’a kırk yıllık yazar değinmeliydi diye düşünüyorum.

Özkan Mert’ten, Şevket Yücel’e, Erhan Tığlı’dan Mehmet Koç’a epeyce mektup ve değerlendirmeler aldım. Bunların bir ikisi nezaket mektubu idi ayrıca. Sonra üzerinde yazacaklarını belirtenler de vardı. Eray Canberk’le Nedret Gürcan örneğin.

Neyse bunlar sürüp gider. Daha da bazı kişilerin yazdıklarını, yazacaklarını biliyorum.

Diyebilirim ki kitap için yeterli tepkileri aldım. İş bundan sonra diyorum.

Doğa utandırmasın,

Güneşle ay utandırmasın…

Sana bir de taslak halindeki bir yazıyı yolluyorum. Adını Maviler I koydum ama değişebilir de… Bu 2. kitaptaki öykülerin önsözü gibi. Okuyunca anlarsın. Burada ilk defa kullanılan sözcükler ve söylemler var. Sözgelimi: “Öykü mafesi”, “öykü çuvalı”, “öykü torbası”, “nalkar” ve “karçadır” “öğrek” sözünü bilirsin. Bizim bu taraflarda “yılkı” için kullanılır. Yazıyı Antalya’da yayımlanan Morca dergisine verdim ama Şubat’ta yayımlamadılar, Mart’ta koyacağız dediler, dergi bugün-yarın çıkacak, öğrendiğime göre koymamışlar. Dergileri yönetenler taşrada bir alem oluyorlar. Yani Alikıran başkesen görünmek onları gönendiriyor. Ben de keşke koymasalar da yazıyı kurtarsam diye bakıyorum.

Sevgili dostum, “nalkar” ilk defa benim kullandığım bir sözcük, atın ayaklarına kara batmasın diye takılan nesne, “karçadır”sa, bir öykü kahramanının kışın ortasında Anamas’a kurduğu çadırın karla kaplı hali…

Vs… Vs…

Gün ola harman ola…

Güzellikler içinde ol. Öpüyorum. Kitabını da bekliyorum.

 

Saffet Uysal