Düşe-Yazma Dergisi Söyleşisi

DÜŞE-YAZMA DERGİSİ’NİN SORUŞTURMASINA
SADIK ASLANKARA’NIN YANITI

            º 2003 yılı ve geçtiğimiz kısa süre zarfında Türk öykücülüğünü değerlendirdiğinizde, öykünün kazanımları mı kayıpları mı öne çıkıyor size göre, bu kazanım ve kayıpların nedenlerinin neler olduğunu söyleyebilir misiniz?

“Türk öykücülüğünün kazanım ve kayıpları”, biraz sert, keskin bir söyleyiş; bunun yerine “Türk öykücülüğünün gelişimindeki olumlu, olumsuz yönsemeler” deyişini yeğlerdim kendi payıma.

Ama yine de sorunuzu, böyle düzenlenmişçesine yanıtlamaya girişeyim.

Kuşku yok ki her “gelişim”, bir bütündür; bu nedenle gelişimin olumlu yanları kadar olumsuz yanları da süreç içinde zaman zaman kendini gösterecektir. Hatta öyle ki, gelişim, kimileyin salt olumluluk ya da olumsuzluk yansıtıyormuş gibi de görünebilir. Bunlar, bizim anlağımızda böyle bir etki uyandırabileceği gibi, nesnel değerlendirmeler, sayısal veriler desteğinde de bu sonuca varılabilir. Önemli olan bizim, bu gelişimi, sağlıklı biçimde sürdürebilmemiz. Bununla şunu demek istiyorum, gelişimi de sürekli olumluluktan, sürekli olumsuzluktan sakınmak gerekir kanımca. Çünkü sürekli olumluluk da sürekli olumsuzluk gibi bana göre önlem alınmasını gerektiren bir tehlike imi.

Şükürler olsun Türk öykücülüğü sağlıklı bir gelişme içinde. Olumlu, olumsuz tüm yönsemeler bir arada; bu, bünyede dengeyi bozmayacak biçimde süregidiyor. Yani gelişme sürüyor, bunu engelleyici, bunun yönünü değiştirici bir vektörel gücün varlığı söz konusu değil şimdilik görebildiğimce. Diyelim fidan ya da bebek (aslında öykücülüğümüz kocaman bir çınar, filinta gibi olgun bir delikanlı) içten veya dıştan bir güçle istenmeyen yöne doğru yol alıyor değil! Çok sağlıklı bir büyüme bu, sevinmemek elde değil…

Bu, olumluluk değildir de nedir kuzum?

Öteki olumluluklara gelince… Bir kez herhangi alan gençliği ile vardır. Eğer büyük bir ormanda, onca ulu ağacın yanında, genç fidan yoksa bu ormanın gelecekte varlığını koruyacağına güven duyabilir misiniz? Türk öykücülüğü, gençliği en atak, en verimli, en doğru tutum içinde görünen sanat türlerinin, sanat ortamlarının en başında geliyor, bireysel kanım bu. (Bu kanımı, belgesel sinema alanı için de paylaşabilirim.)

Bundan daha sevindirici olan yan, öykücülüğümüz içindeki genç yazarların da sağlıklı bir gelişim göstermesi. Bu gelişimin sağlıklı oluşunu ele veren bir iki ölçüt üzerinde durayım. Örneğin genç öykücüler kendilerinden önceki öykü geleneğini tanımak gereği duyuyorlar, dil bilinci içinde görünüyorlar, kendi öykü değerlerini üretebiliyorlar.

Ancak bu üç olumlu yönseme, üç olumsuz yönsemeyi de bağrında barındırıyor. Nedir bunlar? Genç öykücüler, kendilerinden önceki öykü birikimimizi, geleneğimizi biliyor, tanıyor ama eksik biliyor, eksik tanıyor. Sözgelimi 1950 kuşağı öykücülerini biliyorlar, ama bu kuşağın tüm üyelerini tanımıyorlar. Yani öykücülerimizi çoğulluk içinde tanımaları gerektiğini henüz görebilmiş değiller. Dil bilinci içindeler, evet ama bir dil “yazın katı”na nasıl çıkarılır, bu konuda henüz deneyim kazanmış değiller; çocuklar gibi tıpkı, dilde her duyduklarını, gözlerine her ilişeni öykünün içine katabileceklerini sanıyorlar. Kendi öykü değerlerini üretmeye üretiyorlar, enikonu ötekilerinden sıyrılıp özgün öyküler üretebiliyorlar ama şuruplarını yeterince almış değiller. Bir genç yazar olarak, yalnızca kendilerinin yansıtacağı bir tada ulaşabilmeleri için, öteki bütün tatları da bilmeleri gerektiğini kestiremiyorlar.

Burada sıraladıklarım, yine de bir gelişmede rastlanabilecek sıradanlıkta olumsuzluklar. Benim ciddi anlamda üzerinde durduğum tek konu var: ticarileştirilen sanattan oldukça uzakta duran öykücülüğümüzde, gençlere çengeller atıldığını, kendilerinin de buna göz kırptığını seziyorum. Bunun, öykücülüğümüzle değil olsa olsa ticari alanla ilişkisi bulunabileceğini vurgulamak gereği duyuyorum.

Bir öykücünün biricik dayanağı, ürettiği öyküdür.

            º Öykü üretimindeki niceliksel artışa rağmen niteliksel olarak bir gerileme yaşandığını düşünüyor musunuz? Bu değişim nelerden kaynaklanıyor ve yakın ve uzak gelecekte etkileri ne olabilir?

Niceliksel artış yalnız öyküde gözleniyor değil; sözgelimi şiir, roman, oyun türlerinde de niceliksel bir artış var; ama niceliksel artışla niteliksel gelişimin dengede göründüğü tek alan öykücülüğümüz bana göre. Bu anlamda olumluluklarla olumsuzluklar büyük denge içinde çünkü. Biri ötekini boğmuyor. Niceliksel artış, dahası sıçrama tam anlamıyla bir nitel doluluk yansıtmıyor elbette, ne ki içi bomboş tıngır mıngır yuvarlanan teneke kutu da değil bu! Apaçık bir doluluğa sahip!

Şöyle de denebilir: niceliksel gelişimin niteliksel yansıması, öteki sanat türleriyle karşılaştırıldığında en sağlıklı orana Türk öykücülüğü alanında ulaşıyor. Türdeki sağlılıklığın göstergesi de bu zaten!

Ama farklı okuma hızlarına sahibiz. Bir bütün halinde, genciyle, erişkiniyle kimler ne ölçüde izliyor Türk öykücülüğünü bilmiyorum, ben izlediğim en geniş yelpazeden bakarak bunu söylemeye çalışıyorum.

Geleceğe yönelik kendime sakladığım kimi uzgörülerimden de söz edeyim, peki…

Genç öykücülerin, beslendikleri kaynaklar üzerine iki kuşku büyüyor içimde… Bunlardan ilki, 1950 kuşağı öykücülerinden sonra uzun bir yay çizerek birdenbire günümüze gelivermeleri… Örneğin 1960’lardaki, 70’lerdeki öykücülüğümüz konusunda yetersiz olabilirler, ama bunu görememeleri, bu anlamda eksikliklerini gidermek gereği duymamaları büyük eksiklik, tehlikeli de!

Buna koşut ikinci tehlike de şu: yabancı dilden doğrudan ya da çeviriler yoluyla alımlanacak öyküler, sizin yazınsal bilincinizi geliştirir kuşkusuz, beğeninizin düzeyini de yükseltir elbette; ama siz, bu tarlada çiçek açacağınız için, kendi toprağınızın özellikleri yönünde kendinizi yapılandırmanız gerekir. Şimdilerde her önüne gelen yerde, dünyanın dört bucağından getirilmiş, üretilmiş çiçekler görebilirsiniz… Ama sizi siz olarak yansıtan sardunyanın yanında bunların lafı mı olur?

            º Dilin iyi kullanılmasının önemine inanan bir yazar olarak bugünkü öykücülerimizin, öykülerimizin dili hakkında neler söyleyeceksiniz?

Ne kadar yaralıyım bu konuda anlatamam… Bir iki yıllık okuma yazma deneyiminin, insanı yazın diline ulaştırabileceğini sanıyor gençler. Oysa yazın dili, sizin tek başınıza yarattığınız dildir, başkalarına çok benzese de bu dil, onların da sizin de kendi kendinize, yani tek başınıza ulaştığınız, kazandığınız dildir. Anadilinizdir elbet ama anne diliniz değildir, dış yaşamdan damıtılmış bir dildir elbet ama şuradan buradan gelişigüzel derleyip topladığınız, ıkış tıkış bohçaladığınız dil de değildir!

Yazın diliniz neceyse, yazarlığınız da oncadır ancak, yani yazın dilinizin dışında bir dayanağınız yoktur öykü yazabilmeniz için.

Hele öykü yazıyorsanız, tam bir şair tutumu sergilemeniz, sergilemek ne, bunu yüreğinizle benimsemeniz gerekir.

Ben genç yazarların, dilden soğutulmadan buna özendirilmesi, iştahlandırılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü akranları, yaştaşları tuhaf tuhaf işler yaparken, bu gençler enikonu bir dil beğenisi, bunun ötesinde dil bilinci yansıtıyor. Bunu önemsememek olmaz! Ancak kimi öneriler getirilebilir kendilerine. Örneğin yazın ortamımızın kabullendiği bir sözlük, yazım kılavuzu yazı masalarında başuçlarında duruyor mu? Durabilir, uslarına takılsın takılmasın, çok biliyor olsunlar olmasınlar sıklıkla bu sözlüğe, yazım kılavuzuna bakıyorlar mı? Kendi kendilerine sözcük oyunları oynuyorlar mı, sözcük uydurmaya girişiyorlar mı, kendilerine özgü bir dil yaratmanın anlamı üzerine düşünüyorlar mı? Yüksek sesle öykülerini okuyorlar mı, okurken ezgi olarak bunu denetliyorlar mı? Ne ölçüde dinlendiriyorlar öykülerini, yeniden döndüklerinde öykülerine bunu yabancı bir metin gibi okuyabiliyorlar mı? Sivilceleriyle uğraştıkları, aynanın karşısında saçlarıyla boğuştukları kadar sözcüklerle de uğraşıp boğuşuyorlar mı bu yeni yeni okumalarında, yoksa kolayca kabulleni mi veriyorlar bunları? Daha pek çok soru elbet, ama şimdilik bu kadarı yetsin…

Dilinde “yazınsallaşmamış” bir genç öykücü, ağzıyla kuş yakalasa da hiçbir yere gelemeyeceğini iyi bilmeli! Çünkü Türk öykücülüğü, dil anlamında öylesine yetkin ürünlere sahip, bu anlamda öylesine görkemli bir kalıtın, geleneğin ardılı ki, buna aykırı her ürünü kusacaktır…

Nitekim günümüz ustalarının bugünkü üretimine yansıyan dil düzeyi bile insanı şaşırtıyor. Gençler bu düzeyi yakalamak, hiç değilse bunun altına inmemek zorunda!

Ben, dilimi bilemenin gereci olarak şiiri ve öyküyü aynı arabaya koşup öyle okuyorum, eh öyle de yazmaya çalışıyorum, üstelik onlarca yıldır, ama hâlâ çabalıyorum yazar olabilmek için…