Edebiyat Dergileri Bize Neyi Söyler

     EDEBİYAT DERGİLERİ BİZE NEYİ SÖYLER?..

     M.Sadık Aslankara

     Semih Gümüş, Adam Öykü’nün Mayıs-Haziran 1996’daki 4. sayısında, derginin yazı ailesine katılmış görünen benim için, “… Onun adına, çok çeşitli dergilerde birden görünmenin yerinde bir seçim olup olmadığı da sorgulanabilir mi?” gibisinden bir “uyarı” getirdiğinde, kendisine iki satırcık yazarak bu değerlendirmesine katıldığımı belirtmiştim.

Hasan Özkılıç, “edebiyat dergileri” üzerine Agora için bir yazı isteyince, üstelik bunu “Yansıma”da on yıllar önce yazdığım bir yazıyı da anımsatarak, bir yerde bu doğrultuda birikimim olduğunu sezdirince birden anımsayıverdim Gümüş’ün bu değerlendirmesini.

Gümüş, Yansıma’da “Edebiyat Dergilerimizin Ana Sorunları Üzerine” başlıklı yazımda, (Kasım 1973, Sayı 23), “Bir derginin kadrosunda yer alan sanatçılar, bir diğer derginin de kadrosunda yer alıyorlarsa, bu en azından bir tutarsızlık örneğidir,” demiş olduğumu bilemezdi kuşkusuz.

Semih Gümüş’e bundan söz açmadım elbette, ne ki Hasan Özkılıç, Yansıma’daki yazımı anımsatınca, görüntüler birden bardaktan boşanırcasına böyle arka arkaya sıralanıverdi işte…

Doğru değil elbette her dergide birden görünmek, onların yazı ailesi arasına katılıvermiş olmak! Son yıllarda daha seçici olmaya çalışıyorum ben de. Ne ki, kimi dergilerin yayın yönetmenleri benden yazı istediğinde, onların bu isteğini yanıtsız bırakmayı da kendime yakıştıramıyorum. Hele ekonomik destekten yoksun görünen Anadolu dergileri, ya da genç grupların yayımladığı dergiler karşısında sessiz kalmayı açıklayamıyorum kendime.

Benim sessiz kalıp kalmamam önemli değil doğal ki. Sesleri çıkanlar, edebiyat dergilerinin kendileri değil mi aslında? Bir şeyler söylemez mi zaten onlar hep? Sahi, edebiyat dergileri bize neyi söyler? Bu sorunun ardında bir gizli soru daha yok mu; edebiyat dergileri “neye dayanarak söyler” gibisinden?

Öyleyse biz de şu “dayanak”ı alalım dayanak olarak gelin kendimize…

Bir edebiyat dergisi, Saatli Maarif Takvimi gibi düşünülebilir… Tarihte bugünler, Viyana Kuşatması, Çanakkale Zaferi, kış sebzelerinin bakımı, güllerin budanması, giysilerin güvelere karşı korunması, sağlık önlemleri, balık yemekleri, turşular, burçlar, yağmurlar, fırtınalar… daha neler neler; siz yapraklarını çevirdikçe takvimin, ayırdına varmazsınız belki, sizi biçimlendirmeye koyulur takvim yavaş yavaş…

Kuşlar, biyolojik saati çalınca nasıl göçmeye koyuluyorsa, genlerinde birikmeye koyulur bu insanın…

Takvim, gündelik yaşamımızı biçimlendirir daha çok ama edebiyat dergilerine gelince iş, daha bir karmaşık… Çünkü “iktidar olma” olgusuyla daha içli dışlı edebiyat dergileri. Yapıları gereği böyle bu. Neden? Çünkü kendileri bir iktidar yansıması. Çünkü edebiyat dergisinin kendisi zaten bir iktidar! Öyle ya, sınırını çizdiği alan yurt, kendi anlayışı bu yurttaki iktidar değil mi? Dergiler, kendi iktidarlarına yani beğenilerine yatkın yazın yurtları yaratmaya çalışmıyor mu nitekim?

Eğer iktidarı bir “estetik iktidar” olgusu olarak alacaksak sorun yok! Biz de kendimize bir yurt kurar, bayrağımızı bu yurdun burcuna  dikeriz yeni bir dergiyle, olur biter. Ama kazın ayağı öyle görünmüyor.

Hazır buraya gelmişken, Yansıma’daki yazımdan bir iki aktarma yapmama izin verir misiniz…

“… Bir derginin yayıma başlama gerekçesi nedir ve ne adına bir dergi yayıma başlamaktadır?” “… Edebiyat dergilerini yayımlayanların bir kişi ya da bir kadro olduğu düşünülürse, her şeyden önce (derginin) sanatsal yorumunun bu kişi ya da kişilere düşen nesnel bir değerlendirme olacağı açık seçiktir.”

“Eğer çeşitli edebiyat dergileri hem (aynı siyasal-sanatsal temel)den kaynaklandıklarını söylüyor, hem de düşünsel farklılıklar gösteriyorsa, en azından bu dergilerin kendi bünyelerinde homojen orta yaratamadıkları, örgütlenmeye gidemedikleri açık seçiktir. / Görüyoruz ki, birçok edebiyat dergisi bu sorunun yanıtını verememenin sıkıntısını çekiyor. (…) Bu acil sorunlar, dergilerin homojen orta yaratma, örgütlenme ve kadro kurma sorunlarıdır. ” “… Derginin yayımını sürdürmesi; yöneticileriyle, sanatçılarıyle, eleştirmenleriyle, okurlarıyle bir bütün oluşturması gerekir. (…) Homojen orta ve örgütlenme sorunu da ele alınınca, bu kadrolaşmanın kendiliğinden olmayacağı, bu işin bir süreç içersinde gerçekleşeceği ortadadır.” “… Kadro, homojen orta ve örgütlenme sorunlarını çözümleme sürecine girmeyen edebiyat dergilerimiz için, olumlu yöndedir demek olanaksızdır.”

Yıllar önce yayımlanmış bu yazıyı yeniden okuduğumda, konuyu Marksçı güzelduyuya yaslanan edebiyat dergilerini irdelemeye indirgemiş olduğumu gördüm yalnızca. Bu ele alışın, bütünsellik taşıdığını savlamak olası mı? Bir edebiyat dergisi, Marksçı güzelduyuya yaslanmadan da yayın yapamaz mı? Öyle ya, bir edebiyat dergisi sağcı da olabilir, ticari bir amaçla da çıkarılabilir. O zaman, dergilerin sorunu, yalnız Marksçı güzelduyuya yaslanmış edebiyat dergilerinin sorunu olarak alınabilir mi?

Öyleyse, edebiyat dergilerini, dizgesel anlamda yerli yerine oturtarak işe başlamak gerekiyor yanılmıyorsam ilkin.

Edebiyat dergilerini ekonomik yapılanmaları, güzelduyusal öne sürüşleri, hedef kitleleri-amaçları yönünde gruplara ayırmak olanaklı. Ekonomik yapılanmaları dikkate alındığında dergileri “ödenekli”, “ödeneksiz”; güzelduyusal öne sürüşleri dikkate alındığında “sanat nesnesi öncelikli”, “sanat-dışı nesnesi öncelikli”; hedef kitleleri-amaçları dikkate alındığında “kendileri öncelikli”, “başkaları öncelikli” yayınlar olarak alabilirmişiz gibi geliyor bana.

Ödenekli dergilerin bağımlı olacakları ileri sürülebilir daha işin başında; öyle ya ister ticari sermayeye, devlet kurumuna, yerel yönetime, okul yönetimine ister bir sivil toplum kuruluşuna, bu yönde oluşturulmuş vakıflara, derneklere bağlı olsun, bu “bağlılık”ın, “bağımlılık” olacağı görmezden gelinebilir mi?..

Bağımsız olanlarsa, ödeneksiz edebiyat dergileri. Hangileri bunlar? Olanaklarını birleştirip de gönüllülük çerçevesinde el ele vermiş insanların yayımladığı dergiler. Ancak bu tablodan çıkan sonuca bakarak, bağımlı dergilerin ekonomik bakımdan güçlü, bağımsız dergilerinse güçsüz olduğunu belirtmeden geçmeyeyim!

Ekonomik yapılanma yönünde hangi kategoriye girerse girsin, yayınlar sanat nesnesini de, sanat-dışı nesnesini de önceleyebilir. Bu çerçevede ilk grup, sanatı (burada edebiyatı) nesne yapar kendine, ötekilerse sanat-dışını yani sanatla ilintilenmiş görünmekle birlikte sanat olmayanı yani bir düşünceyi, ideali vb… Buna göre ister ödenekli-bağımlı, ister ödeneksiz-bağımsız olsun, edebiyat dergisinin yalnız sanat nesnesini ya da sanat-dışı nesnesini öncelemesinin belirleyicisi, bu edebiyat dergisinin hedef kitleleri-amaçları yönünde ortaya çıkacaktır ister istemez.

Edebiyat dergisinin içli dışlı olduğu iktidar olgusu, yanılmıyorsam burada çıkıyor ortaya. Eğer bir edebiyat dergisi, “kendisi”ni öncelikli görmüşse, yani amaç kendisi ise, hedef kitlenin bu yönde oluşturulabilmesi için sanat-dışı nesnesi öncelenecektir. Sözgelimi bir holdingin ya da bir devlet kurumunun veya sivil toplum kuruluşunun yayımladığı edebiyat dergisinde amaç, “kendileri” olduğunda, okurun bu yönde oluşturulması için salt sanat nesnesinin alınışı yeterli olabilir mi? Demek o zaman dergi ister istemez sanat-dışı nesnesine, düşünceye, ideale vb. yönelecektir.

Burada okurun istenci hiç mi söz konusu değildir peki? Elbette bir rolü olacaktır bu istencin, ancak bunun edebiyat alanında ister istemez bir tahakküme, alanı etkileyici dış dinamikler zincirine yol açacağı kestirilebilir.

Edebiyat dergisinin böyle hastalıklı bir zeminden kurtulabilmesi, onun yalnızca sanat nesnesiyle ilintili yayıncılık yapmasıyla olanaklı! Çünkü ancak bu tür edebiyat dergileri, hedef kitleleri-amaçları yönünde, başkaları öncelikli yayın yapabilir herhalde.

Peki var mıdır böyle edebiyat dergileri?

E, yani bu memlekette görece de olsa ödeneksiz, bağımsız, sanat nesnesi ve başkaları öncelikli yayın yapan hiç mi edebiyat dergisi yok?

Var olmaya var elbette, sorun bu dergilerin yokluğu değil, onların yanında yer alabilmek galiba! Koca Aziz Nesin’in “On Binler” düşünün gerçekleşmediği bir ülkede böyle umutlar beslemek hamhayal olmak anlamına mı geliyor yoksa sizce?

Hayır böyle düşünmüyorum ben… Yeter ki, görevimiz olduğunu düşünelim bunun, kendimizi “muhatap” kabullenelim bu konuda, yeter!

Hasan Özkılıç’ın benden istediği yazıyı düşünürken Burhan Günel’in, benimle yaptığı bir söyleşide dile getirmeye çalıştıklarımı da anımsadım bu arada.  Söyleşiye bir göz attım yeniden. Satır başlarıyla değinirsem buna, söylediklerini pek önemsemiş biri olarak algılanmama yol açmaz umarım bu.

“Yazın dünyamız, 1980 öncesinde, kendi iç dinamikleriyle yol alırdı. Örneğin dış dinamikler de etkili olurdu elbette ama, belirleme anlamında sözü edilemezdi onların. Oysa 1980’den sonra dış dinamikler, etkilemenin ötesine geçerek, artan bir yoğunlukla, yazın dünyamızı belirlemeye yönelmişlerdir.”

Bunun yanında başka saptamalar da getirmişim, sonra uygulanırlığı olan bir iki de öneri… Bunlardan kimileri üzerinde burada da durulabilirmiş gibi geldi bana:

“Yazın dünyamız, kendi iç dinamikleri üzerinde durabilen, bağımsız bir ortam haline dönüştürülmelidir. Bu çatının, dış dinamiklerce yönlendirilmesine izin verilmemelidir hiçbir zaman.” “Bağımsız sermayeli tüm yazın dergileri izlenmeli, desteklenmeli; bununla yetinilmeyip özenle okunmalı, onlarla sıcak ilişkiler kurulmalıdır.” “Yazın dünyası, kendi yetkeleriyle barışmalı, iç içe olmalı, dahası birlikte adım atmalıdır. Küsenler, bir köşeye çekilmiş olanlar varsa, bunların yazın alanına yeniden dönmesi sağlanmalıdır.”

“Bütün bu söylediklerimiz, sonuçta gelip yine tek tümceye dayanıyor: okuma-yazma edimine hiçbir zaman ara vermemek, yazınsal gündemi belirlemeyi bırakmamak, dış dinamiklerin yazın dünyamızı belirlemesine izin vermemek, soru üretmekten ve soru yöneltmekten vazgeçmemek!” (Karşı, Ağustos-Eylül 1996, sayı 107)

Gerek bunda, gerekse Yansıma’da gençlere, özel yer açtığımı gördüm sevinerek:

“Genç değerler, ilerinin sanatçıları nasıl olacak da bir kadrolaşma içersine girebilecektir? (…) Genç yeteneklerin kendilerini bir kadro içine aldırabilmeleri, bir süreç içinde oluşabilecek durumdur. Bu yüzden her genç yeteneğin, ürünlerini sergileme olanağını bulamamasını olağan karşılamak gerekecektir. (…) Dergiciliğimizde İstanbul’un başlı başına bir kent olduğu düşünülünce, İstanbul’da yerleşmiş yeni yeteneklerin kendilerini daha fazla gösterme olanakları olduğu akla gelebilir. Bu, çift yanlı bir sorumluluk yükler dergi yöneticilerinin omuzlarına. (…) Çünkü İstanbul dışındaki yeni yeteneklerden gerçekten ele alınması gerekli olan bu arada görülemeyeceği gibi; görkemli bir biçimde kendini gösteren İstanbul yerleşimli yeni yeteneklere de bu arada gelişi güzel olanaklar tanınabilir.” (Yansıma)

“Yazın dünyamız, genç kesimi dışlamak şöyle dursun, tersine onlarla sıkı ilişkiler içinde olmalı, onlara sahip çıkmalıdır. Genç yazarlar, dış dinamiklerin etki alanına bırakılmamalıdır. Onların ürünleriyle ilgilenilmeli, bu ürünler tartışılmalı, bunlar üzerine yazılmalı, gelecekte yazın dünyamızı omuzlarında taşıyacak bu genç yazarlar asla yalnız bırakılmamalıdır. Öte yandan genç yazarların yanlışları üzerine çok sert gidilmemeli, onlarla iletişim hiçbir zaman koparılmamalıdır.” (Karşı)

Erdal Öz’ün dile getirdiği, “Dergiler, edebiyatın toprakanasıdır, tarlasıdır,” deyişi de bu bağlamda alınabilirmiş gibi geliyor bana. (“Erdal Öz ile Dünden Bugüne” [Konuşan: İnan Çetin], Adam Öykü, Kasım Aralık 1997, sayı 13)

 

Edebiyat dergileri bize neyi mi söyler? Çok şeyi… Sözgelimi “hava raporu” gibi de alabilirsiniz onları…

Bakarsınız, edebiyat dergilerindeki havaya… Nasıldır peki? Az bulutlu, açık…

Siz yine de şemsiyenizi almayı unutmayın, nenize gerek, usunuz başınızda olsun!