Evrensel Gazetesi Soruşturması İçin Can Soylu’ya Yanıt

Özellikle geçtiğimiz sene Türkiye’de kitap okuma oranının arttığının açıklanması ve gazete ve diğer yayınların da bu konuyu dikkate almış olmaları nedeniyle Türkiye’de kitap eleştirisi konusunun gelişmesi konusunda yorumlarınız nelerdir?

Ben kitap eleştirmenliği yerine ‘yazın eleştirmenliği’ demeyi yeğliyorum. Kimi çevrelerde yazın eleştirmenliğinin sona erdiği söyleniyor. Oysa eleştiri insan aklıyla ortaya çıkan bir edim. İnsanlık devam ettikçe de sorgulayan insan aklı sona eremez. Ancak yazın eleştirmenliğinin günümüzdeki işlevi üzerine daha farklı düşünceler getirilebilir, bu mümkün.
Evet, kitap sayısı artmıştır, doğru! Ama sözgelimi Türkiye’de seçmen sayısı da artmıştır, ne bileyim spor karşılaşmalarıyla bunları izleyenlerin sayısı da artmıştır, peki demokraside bir gelişme mi olmuştur, sporumuzda nitelikçe bir yükseliş mi yaşanmıştır? Kitap sayısındaki artış da bu yönde alınabilir,  gerçekten gerek yayımlanan kitap sayısında gerekse bunların satışında bir artış olduğu dile getiriliyor, peki bu sayısal yükseliş kitapların niteliğinde de bir artış getiriyor mu?
Yayımlanan kitap sayısının artışı gazetelerin kitap eki sayısını da arttırdı. Bu doğrultuda çeşitli kitaplar üzerine azımsanmayacak yazı yayımlanıyor. Bunlar eleştiri değil ama. Bu noktada bu yazıları kaleme alanları birer ‘edebiyat sever’ kabul etmek daha doğru olur. Yazın eleştirmenliği tıpkı bir bilimci gibi önemli nitelikler gerektiriyor. Bu nedenle ülkemizde hepi topu beş on kadar yazın eleştirmeni bulunduğu savlanabilir sanıyorum. Bütün Avrupa’da da topu topu 100 eleştirmen ancak çıkar herhalde. Kitap üzerine yazıyor olmak, “yazın eleştirmeni” olmak anlamına gelmez!

Yazın eleştirmenleri kitabın piyasalaşması nedeniyle kitabın reklamıyla eleştirisi arasında kalıyorlar mı?
Yazın eleştirmenleri aynen bilimciler gibi ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olmak zorunda. Onlar alanlarına olduğu kadar kendilerine karşı da sorumludur ayrıca. “Doğru mu?; bu soruyu kendisine her zaman soracaktır o. Ama kitap tanıtımı yazarken bu ölçüde titiz, müşkülpesent olmanız gerekmeyebilir. Çünkü bu işi yapan kimse eleştirmek değil tanıtmak durumunda. Yalnızca tanıtıyor yani. Sözgelimi ben size bir palto tanıtacağım zaman, o paltonun iyi olduğunu baştan kabul etmişimdir. Ama yazın eleştirmeni o paltonun dokusunu da dikkate almak zorundadır, bir hoşa gidiş değil yani sorun, bir bütün, bir yapı sorunu. Yazın eleştirmeni eleğin üstünde kalanları olduğu kadar altında kalanları da gösterecektir, zorunludur buna.
Her yazıyı bir eleştiri yazısı olarak görmemeli bu nedenle. Tanıtıcı yazılar bir reklammış gibi alınsa da bundan rahatsızlık duyulmamalı ama yine de. Adı üzerinde işte, kalem sahibi kimse kitabı ele almış tanıtıyor, sevmiştir, övebilir, olağan bu. Ben buna olumsuz yaklaşmamak gerektiğini düşünüyorum. Ama diyelim yazar büyük bir reklam kampanyasının nesnesi haline getiriliyorsa, her gün gazetelerde, televizyon kanallarında reklamı yapılarak bu yönde gündem oluşturuluyorsa, ne bileyim bir siyasa doğrultusunda uluslararası ilişkilenişler zincirine çekiliyorsa işte o zaman bunun üzerinde durabilirsiniz. Yoksa tanıtım yazarı, doğrudan yayınevine bağlı bir yazar da olabilir, bunun ne sakıncası olabilir ki? Bırakalım bu insanlar da bunu yapsın, küstürmemek gerek!

Peki okuyucu kitap tercihini eleştiri ya da tanıtımları dikkate alarak mı yapıyor?
Eleştirinin usla ilgisi olduğunu diyegeldim. Dünyada buna gönül indiren kaç insan kaldı ki? Ben eleştiriyi dikkate alanların sayısının da bu yönde olduğu kanısındayım. Yani eleştiren yazarla yani yazın eleştirmeniyle eleştiren okur yani alımlama eleştirmeni gide gide aynı kişiler olmaya başladı. Bu da süreç içinde soy bir okur-yazar kuşağı çıkarıyor ortaya. Bir açıdan sağlıksız gibi görünse de ilişkideki dolanım açısından doğru bir tutum. Ne ki insanoğlunun ‘eleştiren us’u dikkate almadığı da ortada. Okuyup yazan ve eleştirmenlik yapan insan da ağır koşullar altında ayrıca.