GÜLŞEN MUTLU İÇİN GÖLBAŞI TEPELERİNE BIRAKILMIŞ GİZLİ ŞARKI SÖZLERİDİR…
M.Sadık Aslankara
Meltem, bizi buluşturmamıştı henüz…
Nurhayat Bezgin’le tanışmamıştık daha…
Nice zaman sonra, kanatlarıyla uçurup da beni, kapınıza kondurduğunda Meltem, telaşsız beklentinizle, sabırlı suskunluğunuzla elimden tutmuş, ev içlerinde dolaştırmıştınız, kalp çarpıntıları kapağına dokunulmadan duyumsanan bir öykü dosyasının kıyıcığına getirip bırakmıştınız sonra usulca…
Okuduğum ikinci öykünüzdü.
İlkini Akman’da okumuştum, Selanik Caddesinde, dostlarım Müyesser Güner, Çiğdem Ülker’le birlikte, çaylar salepler eşliğinde, biz dört kadın…
Üzeri tüllerle örtülü öykü gizini iteliyordunuz da sanki parmak uçlarınızla, sanatın büyüsünü yakalamaya çalışıyordunuz anneciğine “agu”lar yapan şirin bebekler gibi… Evet evet, çocuktunuz, gözlerinden cinlikler fışkıran, az sonra sorularıyla bizi terletecek ak kurdeleli bir kız, Nallıhan Lisesinden çıkagelmişçesine…
Nasıl, ne zaman geçmiştik öyle Mülkiyeliler’in bahçesine, sarmalar eşliğinde?
Öykücülük oynayan kızlar gibi yazıp yazıp öykülerinizi, ardından kundaklayıp beşiklerine yatırmıştınız her birini… Ninniler, gizli hüzünler, aynalara yansımış büyülü nefeslerle…
Uzaklardan görüyordum elbet, telefonda konuşmamız gerekmiyordu ille… Dokunabiliyordum ürküntülü ceylan bakışınıza, hüznünüz ardına gizlenmiş küskünlüğünüze…
Ah, siz Sevgili Gülşen Hanım, nasıl da güzel geziniyordunuz öyle aramızda öykü makamında söylenmiş bir gizli şarkı sözü gibi, ama ayırdına varamıyorduk bir türlü biz bunun…
Sonra sustunuz…
O güzel ezginiz donuverince dudaklarınızda, ah, galiba o zaman ayırdına vardık, gitmiştiniz, yoktunuz…
Ama okuyamamıştım ki öteki öykülerinizi…
Şimdi, teyelleyip de gizli şarkı sözlerinizi, size ulaştırmaya çalışsam bu öykülerinizle, işitir misiniz?
Yoksa kundaklayıp bunları, beşiğine mi yatırırsınız yeniden, ninniler eşliğinde, o sonsuz gergefinizde?
Kapım mı çalınıyor, kapınız mı yoksa?