Hayvan Dergisi Soruşturmasına Yanıt

HAYVAN DERGİSİ’NİN SORULARINA
M.SADIK ASLANKARA’NIN YANITI

Oylum Çağan:
º Türkiye’de kitap eleştirisi ve eleştirmenlik ne düzeyde?
º Türkiye’de kitap eleştirmenlerinin sorunları var mı? Varsa neler?
º Türkiye’de genç bir eleştirmenler kuşağı oluştu. Bu kuşağın eleştiri dünyasına getirileri neler? Bu kuşağın sorunları neler?
º Eleştirmenlerin yazarlar ve yayınevleriyle ilişkileri nasıl?
º Eklemek istedikleriniz…

M.Sadık Aslankara
İlkin şu doğruyu hiçbir zaman gözden uzak tutmamak gerekiyor: “eleştiri”, tıpkı sanat, bilim, felsefe gibi bütüncül bir eylemdir. Bir us etkinliğidir, akıl çağının, aydınlanmanın kanatları altında serpilip gelişmiştir. Dünyadaki, bizdeki eleştiri, bu kaynaktan pay alarak kendini koyar ortaya. Nitekim ilk eleştirmenimiz Beşir Fuat’ın, bu alanda kendine bir türlü yer açamayışı ya da erken öten horoz konumunda oluşu, onun cumhuriyetten önce bunları düşünmeye koyulmasında, sonuçta kendi gerçekliği içinde bunalmasında yatıyor bence. Osmanlı toplumu, bir us toplumu değildi, Beşir Fuat, bu ümmet topluluğuna göre çok ileride biriydi, bir bilimciydi neredeyse. Bu nedenle bir yazın türü olarak “yazınsal eleştiri” de, bir düşünce disiplininin yansıması olarak “yazın eleştirisi” de cumhuriyetle ortaya çıkmıştır. Günümüzde yazınsal eleştirinin, yazın eleştirisinin bu çerçevede aydınlanmacılarca taşınışı da rastlantı değil kuşkusuz!  Bu türün Nurullah Ataç’la doruğuna çıkmış olması da bunu gösteriyor zaten. Bugün eleştiri, nicel bağlamdaki tüm eksikliklerine, yetersizliklerine karşın var olmayı sürdürüyor Türkiye’de. Ama genelde kamuoyu, özelde yazın kamuoyu bu us etkinliğinin neresinde acaba, öyle ya toplum, akıl çağına ne kadar yakın ya da ondan ne kadar uzakta? Ne hazin ki, üzerinde asıl düşünülmesi gereken bu!

Bu demek değil ki, eleştirinin sorunu yok, var elbette! Ne var ki eleştirinin sorunu, ilkin alan sorunudur, yani eleştirinin kendi sorunudur, bu ise eleştiri sorunsalıdır. Bu sorunsalları tartışmanın yeri değil bu soruşturma. Bir de eleştirmenlerin sorunu var. Eleştirmenlerin sorunu, kendilerinin yetersizlikleri söz konusu değilse eğer, alansal nitelik taşımaz, yani eleştiriye değil kendilerine yönelik sorunlardır bunlar. Bu da temelde ekonomiktir. Diyebiliriz ki eleştirmenin en temel sorunu, 1. ekonomiktir, 2. zamansaldır. Bugün bir eleştirmenin hem yeterli bir paraya gereksinimi var, hem de bol zamana. Sözgelimi ayda en azından iki milyar Türk lirası gibi bir para girdisine sahip olması gerekirken, eleştirmen, bunun ancak onda birini elde edebiliyor. Oysa yeryüzünün en pahalı, daha doğrusu, doğal kaynaklardan sonra paha biçilemez değeri ustur. Yanısıra zamandır. Bol, hatta aylak zaman gerektirir eleştiri, tıpkı felsefe gibi. Bizim eleştirmenlerimizse ne yazık ki bunların ikisine de sahip değil! Eleştiri, zaman zaman düşünsel geviş getirmelere gereksinim duyabilir bu ayrı, ama rahvan giden atla bu iş yapılamaz. Bence eleştirmenler, bugünden geci yok örgütlenmek zorunda!

Eleştirinin bir us etkinliği, ötesinde para da getirmeyen bir edim olduğu açığa çıktığına göre, kendi ölçüleri göz önüne alındığında gençlerin buna ilgi göstermesini beklemek safdillik olmayacak mıdır? Günümüz eleştirmenlerinin yaş ortalamalarının alt sınırının ancak kırka dek iniyor oluşu da, 12 Eylülün usa, aydınlanmaya karşı bir eylem biçimi olduğunu koymaya yetiyor bence. Ama buna karşın burada 1980 doğumlulardan Erdem Öztop’un, 1970 doğumlulardan Nurgül Ateş’in adlarını anmayı zevkli bir görev sayıyorum. Her ikisi de şimdilik yazınsal söyleşi düzeyinde yoğunlaşmış görünseler de (söyleşi de bir us etkinliğidir, Öztop’la Ateş, bunu hakkını vererek yapıyorlar) önümüzdeki üç beş yıl içinde eleştiriye kayacaklarından kuşkum yok benim. Yukarıdan bu yana söyleyegeldiklerim, eleştirinin “zor” bir etkinlik olduğunu da koyuyor ortaya. Öte yandan eleştirmeni, işini yapmaktan alıkoyan çeşitli engeller de çıkabiliyor ortaya. Bu bağlamda kimi ilişkiler, bunun içinde anılabilir. Eleştirmenlerin yazarla ya da yayıneviyle ilişkileri bu doğrultuda örneklenebilir. Aslında eleştirmenle yazar veya yayınevi taraf değildir birbiri için.

Eleştirmenin taraf olduğu tek bir düzlem vardır, o da yazınsal, güzelduyusal (estetik) düzlem yani eleştiri düzlemidir. Eğer eleştirmen bir ilişkileniş içindeyse yazarla ya da yayıneviyle, bu eleştiri etkinliğini hiçbir biçimde ilgilendirmez, olsa olsa eleştirmenin yeğleyişidir. Eğer ilişki, eleştiri etkinliğini zedelemiyorsa, önemli de değildir! Ancak ahlaksal açıdan belki kimi kaygılar duyulabilir, ama burada bu kaygıyı ilk ağızda duyması gereken, eleştirmeni açlığa bağımlı kılan yazın kamuoyudur! Türkiye’nin, her yakası hızla kirlenirken, henüz kirletilememiş bir iki alanından biri eleştiri alanı, bu alanda gönüllü olarak eleştiri etkinliğini sürdüren insanları, yani eleştirmenleridir! Çürümenin ayyuka çıktığı günümüzde, Fethi Naci’nin bu alanda etkinlik üreten bir düzine eleştirmeni temsilen, bir ahlak anıtı olarak önümüzde durmasının, yolumuzu aydınlatmasının anlamı da budur bence!

Son olarak şunu eklemek istiyorum. Eleştiri yazınımızla öteden beri ilgilenen bir yazar olarak, kendimi “eleştirmen” saymadığımı belirttim bir iki yazımda. Otuz yılı aşkın bir süredir bu alanda çaba harcayan, bu us etkinliğini, üretimi izleyen biriyim. Ama yine de yazınsal eleştiri örnekleri değil yazdıklarım, bunlara ben “eleştirel yazı”, “eleştirel deneme” demek eğilimindeyim. Eğer zamanım olabilseydi, eleştiri de yazmak isterdim elbette. Hatta bir iki yazımın buna çok yaklaştığını bile söyleyebilirim. Kimbilir, ileride zaman bulabilirsem eğer, eleştiri de yazabilirim belki.

Ama şimdilik eleştirmenlik yapmadığımın, eleştiri yazmadığımın bilinmesini de isterim doğrusu.