İmge Düşler Öyküler Soruşturmasına Yanıt

İMGE DÜŞLER ÖYKÜLER DERGİSİNİN SORUŞTURMASI

º İmge Düşler Öyküler, her sayısında bir soruşturma yapmayı öngörüyor. İlk soruştarmanın konusu son dönemde yazılan öykülerle ilgili. Sizden cevaplamanızı dilediğimiz soru şu: “1980’den günümüze Türkçe yazılmış beğendiğiniz 10 öykünün adını sıralar mısınız?”

Soruşturma sorumuz usta öykücülerden eleştirmenlere, dergi genel yayın yönetmenlerinden yayınevlerinin yayın yönetmenlerine uzanan geniş bir edebiyat çevresine yönetilmektedir.

İmge Düşler Öyküler, bu soruşturmayla beğenilen öykücülerin adlarına olduğu kadar, genç-usta öykücülerin kitaplaşmış ya da dergilerde kalmış öykülerine, edebiyat çevrelerinin beğeni-eleştiri ölçütlerine de dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.

Soruşturma sorumuza verilen cevaplar, İmge Düşler Öyküler‘in Haziran-Temmuz sayısında yayımlanacaktır.

Sizden, sorunun cevabını öykücülerin adlarıyla birlikte 26 Nisan 2004 tarihine kadar bildirmenizi diliyoruz.

İlginize teşekkür ediyor, saygılarımızı sunuyoruz.

İMGE DÜŞLER ÖYKÜLER’İN SORUŞTURMASINA M. SADIK ASLANKARA’NIN YANITI

(Aslankara’nın yazı arşivinde, soruşturmaya verilmiş iki ayrı yanıt görünüyor. İkisini birlikte almanın sakınca taşımayacağı düşünüldü.)

I.

Yazınsal bağlamda eleştirilip değerlendirilmiş öykülerin tümü de sonuçta değerleri görülmüş ürünler olarak alınabilir bana göre! Bu anlamda öykülerin değer yitiminden söz edilemez kesinlikle. Ancak okurca ilgi gördüğü ya da kimileyin ödüllendirildiği halde eleştirilip değerlendirimemiş öykülerse, bir açıdan değeri yeterince kavranmamış ürünler olarak nitelenebilir ama.

Ancak bu olgu, yönelttiğiniz soruya karşılık oluşturmuyor yine de. Ben, soruya, dönemleri dikkate alarak, değeri üzerinde yeterince durulmamış öykücülerin tek tek adlarına getireyim sözü.

Sözgelimi 1980 sonrasında onca verim sunduğu halde Peride Celal’in, Muzaffer Buyrukçu’nun, 1980’den sonra verim atağına geçen Selçuk Baran’ın, Nursen Karas’ın, 1970’lerden bu yana en az otuz yıldır öykü verimini düzenlilik içinde sürdüren Hulki Aktunç’un, Necati Güngör’ün, İbram Erdem’in, 1980’den sonra yoğun öykü verimlemiş olan Ali Balkız’ın, Ahmet Önel’in, 1990’larda yükseliş gösteren Ruşen Hakkı’nın, Dinçer Sezgin’in değerleri ne ölçüde anlaşılmıştır dersiniz?

Ama eğri oturup doğru konuşalım, Öteki öykücülerin de bunlar arasında anılması gerekmez mi? Örneğin bir Murat Yalçın’la Sibel K.Türker’in değerinin ne oranda ayırdındayız acaba? Genç öykücülerin büyük bölümünün değerinin yeterince anlaşıldığı savlayabilir mi? Sıra tek tek ad vermeye geldiğinde pek çok öykücünün değerinin hemen hiç anlaşılamadığını görebilmek için bilici olmaya gerek yok!

Yukarıda andıklarımın arasına daha pek çok öykücünün adını eklemek olası!

Hadi andık diyelim adlarını bu öykücülerin, değerlerinin anlaşılmasını sağlayabilecek mi peki bu? Biz burada adını andık diye, hadi biraz da savuralım, değerlerini teslim ettik diye birden değer mi kazanacak peki bu yazarlar?

Sonuçta hemen her dönemde unutulmuş, verimleri gözden kaçmış, değeri yeterince bilinmemiş öykücüler de, bunların yanısıra öteki alanların, türlerin yazarları da, başka başka alanların sanatçıları da hep olacaktır!

II.

Demek aklımda yanlış kalmış, ben soruşturmada öykücülüğümüzün tüm verimi içinden, yazarları yaşayan on öykü seçmemiz istenecek sanıyordum… Kuruluşundan haberli olduğum, çalışmalarını bir biçimde izlediğim İmge Düşler Öyküler dergisinin düzenlediği soruşturmadan haberliydim çünkü. Özcan Karabulut’la buluşmalarımızda, dergiyle ilgili gelişmeleri de dinliyordum kendisinden, gözlerindeki heyecanın ışığında.

Karabulut, soruşturmadan söz açtığında öykü seçmek yerine, yaşayan öykücüler içinden başlangıçtan günümüze bir düzine, hatta daha fazla yazarı ayırabileceğimi öngörmüştüm.  Üstüne üstlük kalemi kâğıdı almadan kafamda bir liste bile yapmaya girişmiştim. Öyküdeki dirençlerini, verimdeki süreğenliklerini bildiğim öykücülerden, ilk yayın tarihlerini göz önüne alarak sözgelimi 1940’larda Oktay Akbal’la Nezihe Meriç’i; 1950’lerde bu adla anılan kuşak öykücülerini ama kimleri Muzaffer Buyrukçu’yu, Tarık Dursun K.’yi, Tahsin Yücel’i, Orhan Duru’yu, Adnan Özyalçıner’i, Erdal Öz’ü, Demir Özlü’yü, Ferit Edgü’yü; sonra 1960’lardaki, 70-80’lerdeki, 90’lardaki öykücüleri tek tek anarak öykücülüğümüze önemli katkılar sağlayan yazarlar olarak alabileceğimizi kurmuştum.

Ama soru, önüme “1980’den günümüze” biçiminde gelince ayıldım.

Neden öykücüler üzerinde ad ad durduğum halde tek tek öyküleri seçmeye eğilim göstermiyorum peki?

Binlerce öykü içinden ilk ona girecek öyküyü seçebilmenin neredeyse olanaksız olduğunu düşünüyorum da ondan. Öyle ya, on birincisini onuncudan nasıl ayıracağız? Neye göre? Kaldı ki ben, öykücülüğümüzün değil on yirmi, en azından birkaç yüz yüksek düzeyde öykü çıkaracağına inanıyorum. Oysa on ayrı yazardan birer öykü de değil istenen, 1980’den günümüze en beğendiğimiz on öykünün adı…

Bu soruya gerçekten yanıt vermeye kalksam, günlerimi alabilir bu; 1980’den bu yana okuduğum bütün öyküleri masaya yatıracağım demektir ilk iş. Bunlardan beğendiklerimi ayırıp, bir havuzda toplayacağım, sonrasında öykülerden onunu belirlemeye girişeceğim kılı kırk yararak. Bunu yaptım diyelim, on birinci öyküye nasıl sırtımı döneceğim? Ya, okuma fırsatı bulamadığım öyküler, onların yüzüne nasıl bakacağım o zaman?

Oysa yazarları ayırırken, diyelim Oktay Akbal’la Nezihe Meriç’i ayırırken ölçü somut. Akbal, öykücülüğümüzün yaşayan en büyük adı. Onun yanına kimi ekleyebiliriz? Salim Şengil’le Naim Tirali’den söz edilebilir pekâlâ, ama bu iki adı, türdeki dirençleriyle, verimlerindeki süreğenlikle göz önüne getirdiğinizde Akbal’ın yanına koyma olanağı bulabilir misiniz? Peride Celal’den zaten hiç söz etmiyorum, görüyorsunuz… Akbal’ın yanına nasıl ki yalnız Nezihe Meriç’i ekliyorsam, nasıl ki 1950 kuşağının öyküde direnç gösteren adları üzerinde duruyorsam 1980 sonrasında öykü üretmeye koyulmuş yazarlarımıza da bu açıdan bakma eğilimindeyim ben…

Tek tek on öykünün adını vermek hiç de gerçekçi görünmüyor bana. Eğer geçmişte Sait Faik, tek öyküde kalsaydı, yazdığı olağanüstü pırıltılar yaysaydı bile bugünkü Sait Faik olamazdı. Bugün Sait Faik diye biri varsa, bütün öyküleriyle var, bir nokta daha; tüm yaşamını bu öykülere kattığı ya da döktüğü için var!

Tam burada bir noktaya daha dikkat çekmem gerekiyor. Öyküye verilen erkeden söz ederken dibeğe tokmak vuranlardan söz etmiyorum elbette. Öykü için, boşu boşuna erke üreten öyle çok yazar var ki… Söylemeye çalıştığım, bu dibekte tek buğdaydan bulgur da kırılamayacağı gerçeği!

Bu anlamda 1980’den günümüze öyküye yaşamlarını veren, öykü sanatımız için yel değirmenleri gibi kendiliklerinden sürekli erke üreten, emek veren, ter döken öykücülerimiz yanında, hık deyicilerle tek tek öykülerin esamisi mi okunur Tanrı aşkına?

Bilmem, sizin için yeterli yanıt olacak mı bu?