KONUK SAYFA YAZISI: Ayşegül Çelik; Gerçek Düşlerin Öyküleri

Gerçek Düşlerin Öyküleri

Ayşegül Çelik

(Aşağıdaki satırlar, Ayşegül Çelik’in, Hürriyet Gösteri’nin Nisan 2003 tarihli 247. sayısında Neslihan Savaş’la yaptığı söyleşisinden toparlanarak aktarılmıştır.)

 

“Ben yazmak anlamında her şeye şiirle başladım. (…) Şiirden öyküye geçişim çok uzun uğraşlardan sonra oldu. Kendi adıma, öyküyü çok geç keşfettiğimi düşünüyorum.

“…[D]ilin insanla yaşayan bir şey olduğuna inanıyorum. (…) Onun şimdiye kadar öyle söylenmiyor olması, bir şeyi değiştirmiyor. Ben öyle söylemek itiyorum… Ancak öyle söylediğimde anlatmak istediğim şeyi kapsıyor çünkü. ‘Kalıpları kırayım, başka bir şeye dönüştüreyim, böyle bir etki sağlayayım…’ diye düşünmüyorum. Bu, aranıp bulunan bir şey de değil. Kendi düşünce akışımın içinde ben kavramlarla değil, sözcüklerle düşünüyorum. Ve yazarken o sözcüklerde kendiliğinden bozulma, başka bir şeye dönüşme oluyor. Bunların büyük bölümünden çok hoşlanıyorum aslında. Yazarken de, yazdıktan sonra da bunun çok yerine oturduğunu fark ediyorum. O sözcükler böyle çıkıyor ortaya.

“… [B]en hayatımda üç kere köy görmüşümdür. İzmirliyim, Ankara’da büyüdüm. Büyük şehirden başka bir yerde bulunmadım. Ama yazdığım herşey de böyle akıyor. Sözcükler de böyle. Köy kökenli arkadaşlarım bazen ‘Sen bunu nereden biliyorsun?’ diyor. Kemal Tahir’i çok severim, onun çok etkili olduğunu düşünüyorum. Çok küçük yaşta Kemal Tahir okumaya başladım, sonrasında da hiç bırakmadım. Etrafımda da böyle konuşup bunlardan bahseden kimse yoktu, anneanne ya da babaanne de anlatmadı. Başka bir yerden beslenmiş olamayacağımı düşünüyorum.

“Mitoloji, dinler tarihi, sosyal antropoloji okumayı severim. Sosyoloji ve antropolojideki gibi alan incelemesi yapabilmeyi çok isterdim, ama öyle bir şansım olmadı. Dinlerin nasıl oluştuğunu ve birbirlerini nasıl takip ettiklerini merak ediyorum. Çünkü ben hepsinin bir akıl oyunu olduğuna inanıyorum. Genellikle bunlardan beslendiğimi söyleyebilirim.

“Ben ‘Yazmasam çıldırırdım’ diyenlerdenim. Kendi hayatıma bakıyorum da, yazmam için hiçbir sebep yok. Niye yazdığıma dair hiçbir fikre sahip değilim. Yazmasam ne olurdu bilmiyorum, çünkü elim kalem tuttuğundan beri yazıyorum. Edebiyat ve deliliğin birbirinin neresinde durduğunu çok da kestiremiyorum açıkçası. Bir yerde okumuştum, sanatçı-akıl hastası ikilemi vardır, bu ikisi sürekli birbirini takip eder. Deliliğe daha yatkın görünenlerin %48’i yazarlardır. Gerçeğin kırılıp parçalanmasını kafasında yaşayan herkes,  aynı derecede sanatın bir yerlerine yakın duruyor, bunun edebiyat olması da şart değil. Ben bunun bir yolculuk olduğunu düşünürüm hep. Özellikle öyküde benim için böyle bir yolculuk var. Başka bir dünyaya geçmek gibi… Uçuk öyküler olmasına da gerek yok. Sait Faik’inkiler gibi sade öyküler sizi alıp başka yerlere götürüyor, ben bu yolculuk fikrini seviyorum.

“Kendime yazar olmaktan çok, okur olarak güveniyorum. Okumayı çok severim. Yazarlarım vardır mesela, onları defalarca, hayatımın her döneminde, adeta tüketerek okurum. Edebiyattan zevk almanın doruklarını yaşarım bazı yazarlarda. Hazdır o… Ben de bu tür öykülerden hoşlanırım…”

 

(Yukarıdaki metin, Ayşegül Çelik’in, Hürriyet Gösteri’nin Nisan 2003 tarihli 247. sayısında Neslihan Savaş’la yaptığı söyleşisinden toparlanarak aktarılmış, her iki yazarla derginin hoşgörüsüne sığınılarak yayımlanmıştır.)