Romeo İle Juliet’i Ayıran Karantina
Ayşegül Yüksel
(Aşağıdaki metin, Ayşegül Yüksel’in, Cumhuriyet gazetesinin 14 Nisan 2020 tarihli sayısında “Sahneden” köşesinde aynı başlıkla yayımlanan yazısından alınıp aktarılmıştır.)
“Londra’nın Shakespeare’in yaşamı boyunca birkaç kez salgın hastalıklara sahne olduğu ve tiyatroların kimi zaman bir yılı çok aşan sürelerle kapatıldığı son günlerde sık sık yazılıyor. 1591-3 yıllarını kapsayan veba salgınının ardından kaleme alındığı düşünülen ‘Romeo ve Juliet’ trajedisinde, ozanın, birinci elden tanıklık ettiği bu ölümcül sürecin izlerini, ‘gündelik bir olgu’ olarak kullandığını görüyoruz.
Açıklamak için oyunun ikinci yarısını özetlemek gerekecek.
‘İki aileyi de salgın götürsün’
Romeo ve Juliet gizlice evlenmişlerdir. Tam da o gün Mercutio adlı soylu genç, dostu Romeo’ya hakaret eden -Juliet’in kuzeni- Tybalt ile sokak kavgasına girer. Biri arkadaşı, öteki de artık akrabası olan iki genci durdurmaya çalışan Romeo, rahatça kılıç sallamasını -istemeden- engellediği Mercutio’nun, Tybalt’ın kılıcından ölümcül bir darbe almasına neden olur. Mercutio, tarih içinde yaşanmış olan salgınlar nedeniyle, İngiliz diline bir ‘lanet etme’ biçimi olarak yerleşmiş olan ‘A palague on you’ (‘Salgın götürsün seni’ olarak da çevrilebilecek) sözleriyle, iki düşman aileye (Montague ve Capuletler’e) tam üç kez bela okuyarak ölür. Romeo da, Mercutio’nun öcünü almak için Tybalt’ı öldürür.
Verona kentinde yaşanan bu iki kanlı olay ‘trajik son’u vazgeçilmez kılmıştır. Sevgililerin artık mutlu bir yaşama sarılma olanağı kalmamıştır. Ama henüz yarısına geldiğimiz oyun sürmektedir. Mantua kentine sürgün edilmekle cezalandırılan Romeo düğün gecesini Juliet’in odasında geçirdikten sonra sabahın erken saatlerinde sürgün yerine doğru yola çıkar. Juliet’in Romeo ile olan ilişkisinden haberi olmayan Capuletler ise kızlarını genç ve yakışıklı Paris’le evlendirme hazırlığı içindedir.
Rahip John karantinada
Genç çiftin sırdaşı olan Rahip Lawrence, Juliet’in Paris’le evlenmesini engellemek amacıyla genç kıza içmesi için bitkilerden yaptığı bir iksir verir. Juliet böylece düğün günü yatağında ölü bulunacak ve mezara konacaktır. Bu yalancı ölüm uykusundan uyandığında ise Romeo mezarlığa gelip onu kurtaracaktır.
Rahip Lawrence, Mantua’ya giderek durumu Romeo’ya haber versin diye Rahip John’u görevlendirir. Ne yazık ki kötü rastlantılar genç çiftin yakasını bırakmayacak, Rahip John, Mantua’ya birlikte gitmek istediği arkadaşının, hastaları yoklamak için gittiği bir evde olduğunu öğrenecek, o eve ulaştığında da, kentteki salgın durumunu araştırtmakla görevli kişiler tarafından karantinaya alınacak ve Romeo’ya ulaştırması gereken mektup elinde kalacaktır.
Oysa Romeo’nun adamı Balthasar, Verona kentine yayılan, Juliet’in öldüğü yolundaki yanlış haberi efendisine ulaştıracak, Romeo, Juliet’in mezarı başında içeceği zehiri yanına alarak Varona’ya doğru yola çıkacaktır. Romeo mezarlığa ulaştığında Juliet henüz iksirin etkisi altında uyumaktadır.
‘Trajik son’a doğru
Genç adam gerçeği bilse, zehri içip canına kıyacağına, Juliet’in uyanmasını bekleyecekti. Ancak Shakespeare -‘trajik’ boyutlarını inceden inceye belirlediği- oyununu bu tür ‘zorlama’ bir ‘mutlu son’la noktalamayacaktır. Sonuç olarak da, kentteki salgın tehlikesi gereği uygulanan karantina yüzünden Rahip Lawrence’ın yolladığı mektup eline geçmeyen Romeo, Juliet’in mezarı başında ölecek, o sırada uyanan Juliet de sevdiceğinin yaşamadığını görüne Romeo’nun hançerini göğsüne saplayıverecektir…
Shakespeare’in erken dönem oyunlarından olan ‘Romeo ve Juliet’ trajedisini, rastlantılarla bezenmiştir. Ne ki her an salgın tehlikesiyle yaşayan bir kültürden gelen ozanın, Rahip John’un karantinada tutulması gibi bir rastlantıyı gündelik yaşamın gerçek bir öğesi olarak kullandığı da görmezden gelinemez.
‘Romeo ve Juliet’ örneğinde görülen bu rastlantısal olay, koronavirüsü salgınının ülkemizde de egemen olduğu mart ayından bu yana karşı karşıya gelinen beklenmedik gelişmeler sonucunda, insanoğlunun, yaşam çizgisinin denetimini nasıl kolayca elinden kaçırabildiğinin göstergesidir.”
(Yukarıdaki metin, Ayşegül Yüksel’in, Cumhuriyet gazetesinin 14 Nisan 2020 tarihli sayısında “Sahneden” köşesinde aynı başlıkla yayımlanan yazısından alınmış, yazarın ve gazetenin hoşgörüsüne sığınılarak aktarılmıştır.)