KONUK SAYFA YAZISI; Süreyya Köle; Eskişehir’de İki Gün_

Eskişehir’de İki Gün… Yazın Atölyeleri Üzerine…
Süreyya Köle

“Yazmak” öğrenilebilir ya da öğretilebilir bir edim midir size göre? Okur-yazarlık düzeyinde bir yazma değil elbette sözünü ettiğimiz; edebiyat niteliği taşıyan, dilcilerin “güzel yazı” olarak tanımladığı, size “yazar” sıfatı kazandıracak olan…  Yoksa siz “Yazar olunmaz yazar doğulur” diyenlerden misiniz? Peki, aynı yargıyı resim, heykel, müzik gibi temelde yetenek gerektiren diğer sanat dalları için de taşıyor musunuz? “Resim kursuna gidiyorum,” diyenle “Yazın atölyesine gidiyorum,” diyen arasında bir fark gözetir misiniz mesela? Ya da altmışından sonra bağlama çalmayı öğrenmek için çabalayanla aynı yaşlarda yazmaya gönlünü düşüren birinin içinde olduğu durum aynı mıdır gözünüzde?

Semih Gümüş, “Bu tür atölye çalışmalarında yaratıcı yazarlık öğrenilmez, ben bunu hep söylüyorum.” diyor, bu türden bir atölyenin başında olduğu halde ve ekliyor, “Ama yaratıcı yazarlığa giden yolların yordamların öğrenilmesi, yaratıcı yazının bazı sağlam ipuçlarının kavranması, yanlış alışkanlıkların yerine doğrularının konması, bakış açılarının değişmesi ve en önemlisi, doğru bir okuma biçimi edinmenin yollarının görülmesi pekâlâ sağlanabilir.”

Bu alanın bir diğer bilinen ismi Murat Gülsoy’sa, “Yaratıcı yazarlık derslerinin bir işe yarayıp yaramadığı, kim tarafından nasıl verildiğine bağlı olarak değişir.” diyor, “Elbette yazarlık öğrenilebilir ve öğretilebilir bir sanattır. Bugün kalem oynatan tüm yazarlar da bunu bir şekilde öğrenmişlerdir ve yazdıkları sürece öğrenmeye de devam ederler. Ancak bu tür konuların çok yüzeysel şekilde ele alındığı ortamlarda kestirmeci bir yaklaşımla denir ki, “Marquez olmak öğretilir mi? İnsan Yaşar Kemal olmayı öğrenebilir mi?” Elbette böyle bir şey mümkün değildir. Çünkü yaratıcı yazarlık bir sanat eğitimidir ve sanatçı adayına o alanın teknik ve kuramsal bilgilerini aktarmak, yazar adayına çalışabileceği atölyeyi sunmakla sorumludur. Tıpkı resim sanatını öğreten akademiler gibi… Akademide de kimseye Picasso olmak öğretilmez. Sanat insanın kendini ve dünyayı keşfetme macerasıdır. Ancak eğitimle ve çalışmayla sanatı yan yana düşünemeyen zihinler için yazarlık da diğer tüm “yetenekler” gibi doğuştan gelir. Bu yaklaşımsa insanı hiçbir yere götürmez.”

Cemil Kavukçu da konuya ilişkin düşüncesini açıklayan isimlerden. O ne mi diyor? “Yaratıcı yazarlık atölyelerinin öğretebileceği tek bir şey var; o da okuma biçimleri. Yapıtların farklı açılardan ele alınacağını gösteren çözümleyici bir bakış edinilmesi önemli bence. Yoksa öykü ya da romanın nasıl yazılacağına dair formülleri kimse veremez. Bu tür atölyeler yazarlık yeteneği olanlar için süreci hızlandıran alanlar. Raymond Carver yazma seminerlerine katılmasaydı da yine Raymond Carver olacaktı.”

Semih Gümüş, Murat Gülsoy ve Cemil Kavukçu Türkiye’de konunun birinci dereceden muhatapları elbette; yazar kimliklerinin yanında yaratıcı yazarlık atölyelerinde sürdürdükleri çalışmalarıyla da tanınıp bilinmekteler. Peki ya Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi çok tanınan yazarlarımız konu hakkında ne düşünüyordur dersiniz?

Elif Şafak: “Yaratıcı yazarlık doğuştan gelen bir kabiliyet mi yoksa sonradan edinilen bir meziyet mi? Kanımca işin yetenek kısmını fazla efsaneleştiriyor, romantikleştiriyoruz. Eğer bir oran vermek gerekse yüzde 33 derim. En fazla yüzde 40. Gerisi emek, emek, emek… Okumak gerek.”

Orhan Pamuk: “Yazmanın ruhsal bir şey olarak değil, bir zanaat olarak ele alındığı yerler.”

Üzerine çokça konuşulan, tartışma konusu haline getirilen yaratıcı yazarlık atölyelerinin ülkemizde uzun bir geçmişi olduğu söylenemez elbette. Dönüp bakıldığında bu konuda ortaya çıkan tablo insanüstü bir çabanın sonucudur çoğu zaman; Tanrı vergisi bir yetenek ve iman (!) gücüyle iş görülen, el ve gönül yordamıyla öğrenilen, başarısızlıklar üzerinden deneyimlenen… Sanırım en şanslı olanlar yazarlık serüveninde usta-çırak ilişkisi üzerinden yol alanlar. Ki bizde gerçekten serüven niteliğindedir bu süreç.

Yaratıcı yazarlık çalışmaları Türkiye’de yeni yeni dikkatleri üzerine toplarken, Amerika’da yaklaşık 300, İngiltere’de ise 90 üniversite “yaratıcı yazarlık” alanında lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinde eğitim veriyor. Başka rakama göre sadece İngiltere’de yılda 10 bine yakın yazarlık atölyesi, sertifika programı düzenleniyor. Üniversitelerin yanı sıra kimi edebiyat ajanları da kendi atölyelerini kurarak öğrenci kabul ediyor ve yayıncılık konusunda deneyimlerini paylaşıyorlar. Bu halkaya gazetelerin düzenlediği atölyeler de eklenebilir. Örneğin İngiltere’nin en muteber gazetelerinden The Guardian’ın sayfalarında gazetenin düzenlediği atölyelerin boy boy reklamlarını görmek mümkün.

Dünyada durum buyken, yazarlık kurslarını karşısına alan, Harry Potter serisinin yazarı J.K. Rowling’in önerisi ise bu programların yerine “yaratıcı okuma” kurslarının verilmesi. Usta yazar Borges’in hemşerisi yazar Luisa Valenzuela ise “Kimseyi yazar yapamazsınız.” diyerek, yazarlığın doğuştan gelen bir dünyayı görme biçimi olduğundan söz ediyor ve buna dil sevgisi ile yazıya ömür boyu bağlılığı ekliyor.

İşte tam da bu noktada, bilinenin, uygulamada olanın ötesinde -aktif tiyatro geçmişinin de etkisiyle- alternatif bir çalışma biçimiyle çıkar M. Sadık Aslankara karşımıza; yaratıcı yazarlık işliklerinde dramadan yararlanır. Öteden beri eleştiri getirdiği, sorun gördüğü ne ise çözümüne soyunur.

“Bir de bu tür işlik çalışmasına katılan yazar adaylarının konuyu içselleştirmesini sağlamak gibisinden derin bir kavrayış gerekliliği de söz konusu. Öyle ya, yazarlıkta adayın yaratıcılığını ortaya çıkaracak asıl yaklaşımın kişinin kendini tanıması, iç sesini yakalayıp kendinde bir yazar kurgulamaya girişmesi gibi ötekilere göre daha içsel/içe dönük çaba gerektiren bir tutum ne ölçüde benimseniyor buralarda?” demiştir mesela geçmişte; ya da ne bileyim,

“İster ‘yaratıcı yazarlık’, ‘yazarlık işliği’ vb. bir başlıkla olsun isterse bir başka başlıkla düzenlensin bu tür çalışmaların süreç içinde, usta yazarların kendi deneyimlerinden kalkarak yaptığı anlatımcı, bildirimci çalışmalar olmaktan çıkarılması gerekiyor artık. Çünkü yazarlar, yapıtlarıyla ustadırlar elbette, ama yazarlık eğitimi vermek usta yazarlık değil usta eğiticilik gerektirir. Nitekim örneklerine sıkça rastlandığı üzere usta şairlerin kötü şiir okudukları gözlenmez mi? Nasıl ki şiir yazmakla şiir okumak ayrı edimlerse, yazar olmakla yazarlığı öğretmek de ayrı işler bağlamında alınmak zorunda.”

Sadık Aslankara’nın, çok sayılı “rehber öğretici” eşliğinde gerçekleştirilen yaratıcı yazarlık atölyelerinde payına düşen görevi yerine getirirken –eksik ya da fazla buldukları karşısında- kaygıya kapılıp notlar aldığı, bu notları yayımladığı, işin meraklısıyla paylaştığı da olmuştur. Nasıl mı? Bakınız nasıl…

  1. Aynı “yazarlık işliği”ne katılmak amacıyla bir araya gelse de yazarlığa dönük yaklaşımları farklı yönsemeler gösterecek insanların bir çırpıda grup kuramayacağı; ayrıca kişilerin ekonomik, kültürel yapılarının da farklılıklar taşıyacağı kestirilebilir kolayca. Oysa programın ancak bir gruba dayanılarak yürütülebileceği bir an bile gözden kaçırılmamak zorunda. Bu nedenle adaylar, neden böyle bir çalışmaya katılmak istediklerini bir A4 kâğıdı aşmayacak boyutta yazıyla anlatmalı, rehber onlarla buluşmadan önce kendileriyle ilgili genel bir bilgiye sahip olmalıdır.
  2. Oluşturulacak grupta, katılımcıların birbirini tanıyıp güven duygusu temelinde bir araya gelebilmesi, aralarında iletişim oluşabilmesi amacıyla, işlik çalışmalarına girerken, önce “grup” kavramı temelinde adım atılması gerekecektir. Bu yüzden önceden belirlenmiş programı doğrudan uygulamaya koymak yerine, hazırlık amaçlı bir süreç öngörmek çalışmanın sağlıklı yürütülmesinde ön koşul kabul edilebilir. Bu ön süreçte rehberle birlikte katılımcı üyeler, güven duygusuyla aralarında iletişim oluşmasını öncelemeli, bu arada rehber, sürdüreceği çalışmalarda katılımcıları böyle bir işlik çalışmasına ısındırmak için çabalamalıdır.
  3. Uygulanmışlıkları, uygulanırlıkları ile programda yer alabilecek oturum planları, bunların uyarlanmaları, klasik metinler için yazar seçimleriyle alıntıların belirlenmesi rehberlerce kendi programları yönünde biçimlendirilecektir. Aynı şekilde çalışma öncesinde yapılacak ısınma çalışmasıyla grup erkesini yükseltmede başvurulacak yaklaşımlar da rehberlerin özel belirlemelerine göre gerçekleştirilecektir.
  4. Haftalara dağılan çalışmanın her bölümü belirli amaca, kazanıma dayalı olacak; ancak bunun için adayların kendilerini, arkadaşlarını tanıması, grupla tanışıp kaynaşması, grup üyeleri arasında oluşacak iletişim olgusu başlı başına önem taşıyacak, rehber, buna hep öncelik tanıyacaktır.
  5. İşlik çalışmalarında klasik metinlerle ilgili okuma-yazma çalışmalarının yanında yaratıcı drama tekniğinden de yoğun ölçüde yararlanılacağından istasyon, garaj, otobüs durağı, iskele, metro, çarşı-pazar, AVM, market, postane, hastane, kafe, internet salonu, pastane, kahvehane, sinema, konser salonlarıyla müze, galeri, kütüphane, kitabevi vb. alanlarda yapılacak gözlem, deneyim, uygulayım çalışmaları buna eşlik edecektir. Bu çerçevede haftalık çalışmanın ardından adaylardan evlerinde birer anlatı kaleme almaları istenecek, program sonunda adaylar, deyiş yerindeyse birer “bitirme metni” hazırlamış olacaktır.
  6. Ayrıca bu çalışmalarda hep oyunsu süreçlerle yol alınacağı, ötesinde eğlenceli bir grup erkesiyle ilerleneceği hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır.
  7. Çalışma, grup rehberi tarafından derslik havası dışına çıkarılarak tam anlamıyla işlik (atölye) göreneğine uygun gerçekleştirilecektir. Birebir, yüz yüze ilişkiyle sürdürülecek çalışmalarda katılımcı sayısının en çok 20 kişiyle sınırlandırılması, eşleşmeler gerekeceği için olanaklıysa katılımcıların çift sayıda tutulması gerekir. Ayrıca uygun genişliğe sahip bir salon, büyükçe toplantı masası, yeterli sandalye sağlanması, gerektiğinde kullanılmak üzere bir boy aynası ile soyunma odalarının bulunduğu bir kurumsal yere-mekâna sahip olunması, çalışmanın verimi açısından yararlı olacaktır.
  8. Haftalık çalışma programında bir dağınıklık yaşanmaması için bunların her birinde “amaç” bölümüyle “kazanım”ın çok net ortaya konulması, buna dönük disiplinin elden bırakılmaması gerekir. Bu doğrultuda oluşturulacak kompozisyon veya tablolarla ortaya çıkarılacak canlandırmalar sonucunda adayların sağlayacağı kazanıma da sürekli vurgu yapılacaktır. Burada sözü geçen disiplinin klasik derslik eğitiminde anılan denetimden, yönlendirmeden ayrı temelde alınması gerekir. Elbet bu amaçla gruptaki değerlendirmelere önem verilecek, adayların her biri ayrı ayrı dinlenerek, yaşadıkları deneyimle buna bağlı kazanım aracılığıyla kendileri daha yakından tanınmaya çalışılacaktır. Ancak bunu uygularken rehber, çalışmasını bir psikodrama çevrintisine, çekimine savrulmaktan da alıkoyacak, katılımcıları incitip yaralamaktan özenle kaçınacaktır. Sonuçta rehber, adayların yeteneklerini geliştirmeleri için yeni yollar bulmaya çabalayan bir işlik sorumlusu olduğunu hiçbir zaman unutmayacaktır. Kaldı ki işlik rehberi yazar, bildirimsel, sezdirimsel yanlarıyla kazanımlara dönük açılımları zaten adaylarla paylaşacaktır.
  9. Uygun çalışma ortamı oluşturulması için adaylardan kolay, rahat giyim amacıyla, örneğin eşofman getirmeleri; kâğıt (büyük boy defter), kalem (kurşunkalem), bulundurmaları istenecektir. Bu arada kimileyin gereksinim doğrultusunda kendilerinden ev ödevi olarak karton, eldiven, ip, kumaş parçası, plastik kaplar vb. çok farklı gereçler de istenebilecektir.
  10. Yukarıda vurgulandığı üzere işlik rehberi, program akışında değişiklik yapma; kullanacağı kaynak metinleri değiştirme, bunları yerleştirirken oynama hakkına sahip olmalıdır.

Sadık Aslankara tarafından Eskişehir’de gerçekleştirilen ve devamı beklenen “Geliştirilmiş Yazarlık Atölyesi” bu yanıyla katılımcılar açısından farklı bir anlam taşıyordu aslında; rehberlerince bugüne kadar eleştiri getirilmiş olan ne varsa, bunun aksinin de mümkün olabileceğinin ispatı olan… Onun için hiç yadırganmadı belki de masa başında aralıksız yazma denemeleri yapmak varken tıpkı bir tiyatro oyununa hazırlanır gibi “sahne”de olmak, yaratıcılığını kalem, kâğıttan önce sesinle, bedeninle ortaya koymak.

Sadık Aslankara’nın atölye katılımcılarının yaratıcılıklarını kışkırttığına tanıklık ettim konuk olduğum iki gün boyunca, onların hayal dünyalarını şahlandırdığına, sonuna kadar bastırılmış olanı gün yüzüne çıkardığına… Ve bir ses hediye kaldı o çalışmalardan kulağıma: “Ben yazarım! Ben Yazarım! Ben yazarım!”

Bu seslenişin hakkını verenler çıkacaktır içlerinden kuşkusuz; bir gün bir yerlerde bunu sahiden söyleyebilecek olanlar, “yayımlanmış yazar” olarak anılacaklar… O güne değin başarılar diliyorum her birine, içlerindeki yazma ateşinin hep harlı kalması dileği ile…