ÖYKÜ KİTAPLIĞI M.S.Aslankara; FİLİZ GÜLMEZ; DÜNDEN BUGÜNE ÖYKÜLER…

FİLİZ GÜLMEZ; DÜNDEN BUGÜNE ÖYKÜLER…

M.Sadık Aslankara

Filiz Gülmez, yazarlığını, ağırlıkla öyküde sürdüren, bu yöndeki üretimini bildiğim bir imza. İlk öykü kitabı üzerine de yazmıştım: Anılar Yorgunu (2009). On yılı aşkın bir zaman sonra bu kez ikinci öykü kitabını yayımladı Filiz: Kıyıdaki Öyküler (Kanguru, 2022).

Öncekiler de, şimdikiler de hep dingin, soğukkanlı, duru anlatımıyla dikkati çeken örnekler. Anlatılarını geleneksel öykülemeyle kursa da dildeki tutumunun, bunlara farklı bir okunurluk kazandırdığını söyleyebilirim. Ayrıca kimi öykülerde babayı, anneyi farklı konumlarla ele alıp işleyişi de dikkati çekiyor Filiz’in.

Belleğinde çocukluğun o güzel filmini hep yeniden başa sarıp izlemek isteyen anlatıcı, sözgelimi “öykülerini yitirmiş bir masalcı teyze gibi gezi(nir)” (19) bu öykülerde. Böyle olunca anı gibi de okunabilirlik sergileyen bir hikâye ediş karşılıyor okuru ister istemez. Ancak tüm öykülerin böyle bir yapı temelinde kurulduğu da düşünülmemeli, hayır.

Sorun, Filiz’in, belki eskiden kaleme aldığı kimi öyküleri, yeniden yazmak yerine kalafata çekip küçük oynamalarla yayımlamasından kaynaklanıyor da olabilir. Çünkü bu yönde izlerle karşılaşılabiliyor yapıtta. Ne var ki öykülerde genel anlamda anımsanan olaylar, kişiler, yerler vb. bunu apaçık gösterebiliyor. Bu yanıyla eskilere dönük hüzünlü birer anımsayış doğrultusundaki okunabilirliğiyle “anı” bağlamlı öyküler de denebilir bunlara.

Oysa öykülerine yeniden dönüp, bunları elden geçirmek yerine masaya yerleşerek, geçmişten güne taşıdığı bu öykü nüvelerini bir kez daha yazabilseydi çok daha farklı bir sonuçla karşılaşabilirdi kesinlikle.

 Bu açıdan Filiz’in bir öyküsünü öne çekerek bu yöndeki öne sürüşlerimin tüm yapıt için öngörülebileceğini ekleyeyim. Yapıtta yer alan “Kuyu” başlıklı öyküsünün üzerinde özellikle durmak gereği duymamın ana nedeni de bu zaten. Gerçekten “Kuyu”, bütün öyküler arasında apayrı bir anlatı olarak öne çıkıyor.

Öyküyle tanışıklık kurulması için önce bir iki tümceyle tanıtmaya girişeyim “Kuyu”yu.

Neslihan, avlusunda kuyusu olan bir evde kiracıdır. Bir sabah, “yabancı yüzler”in, “birtakım sesler”in doldurduğu sokakta       bu hareketliliği merak ederek kendisini dışarı atar, ev sahibi kadının, serinlemeye bıraktığı karpuzu çıkarırken kuyuya düştüğü söyleniyordur. Ama bu arada, “kazaya mı, yoksa bir cinayete mi kurban gittiği günlerce konuşul(ur). (…) Neslihan, intihar olabileceğine de kaza düşüncesine de kuşkuyla bakıyordu(r)” (34, 35). Çünkü ev sahibi kadının kocasıyla ilişkisinin pek iyi gitmediğini biliyordur. Bu kopuklukta babaya hayranlığın rolü olduğunu düşünür Neslihan, “kuşkuları ve ürettiği senaryolar” gitgide karmaşıklaşıyordur. “Herkesten kuşkulanarak yaşama(ya)” (45) başlamıştır çünkü. Nitekim kadının kocasından kuşkulanırken bu arada kadını, “kendini beğenmiş, şımarık” (41) gören bahçıvan da, kadının “eniştesine sırılsıklam âşık olan” (45) genç yeğeni de bu işi yapmış olabilir pekâlâ.

Yazar sınıfsal, kültürel vb. temelde farklı veri yüklemeleriyle öykü kişilerine dönük zengin bir açılım getirirken, kişilerinin geçmişine yönelik de işlevsel ayrıntılar eşliğinde Borgesvari bir yolculuğa çıkarır okuru.

Soğukkanlı, mesafeli bir dille kurduğu öyküsünde Filiz, anlatı öğelerini yerli yerine oturturken merak duygusunu tetikleyip okuru peşinden sürükleyebiliyor. Okuru bir sürprizle buluşturmanın yollarını döşeyip, tüm anlatı öğelerini ustalıkla öyküsüne yerleştiriyor.

Okuduğum ilk öykü kitabındaki anlatı düzeyini gözleyebilmiştim Filiz Gülmez’in, son öyküler toplamında bunun bir kez daha tanıklığını yapmak doğrusu ya sevindirdi beni.