Aşağıdaki satırlar, Melih Cevdet Anday’ın “Edebiyat Yazıları”ndan Yalçın Armağan’ın yayına hazırladığı Suçumuz Edebiyat (Everest, 2017) adlı yapıtındaki bir denemesinden alıntılanmıştır.
“Kolay mıdır bir romancının (veya öykücünün) diyelim kendi toplumsal inanışlarını romanının (veya öyküsünün) içine serpiştirmesi? Nereye koyacak, nasıl koyacak? Kişilerinden birini kendi temsilcisi olarak mı işleyecek? Böyle bir romanda (veya öyküde), romancıyı (veya öykücüyü) temsil eden kişi karşısında bütün öteki kişilerin yenilmesi gerekmez mi? Böylece de o roman (veya öykü), romancının (veya öykücünün) sevmediği, beğenmediği kişilerle kavgası, ama haksız, katakulliye getirilmiş kavgası durumuna düşmez mi? İnandırıcılığı kalır mı böyle bir romanın (veya öykünün)?”
“Demek romancı (veya öykücü) birtakım kukla kişiler yaratmış, onlara ikide bir kendi düşüncelerini söyletiyor…”
“Bir romancı (veya öykücü) gördüklerinden, duyduklarından, okuduklarından yararlandığı gibi, kendi yaşantısından da yararlanır elbet, giderek yalnızca ondan yararlansa da romanı (veya öyküsü) kendi demek değildir. Şunu da söyleyebiliriz, hiç kendisinden söz etmediği, kendisine yanaşmadığı zaman bile bir roman (veya öykü), romancının (veya öykücünün) kendisidir. Ama bu özdeşliği basite indirmemelidir, yoksa roman (öykü) bir anı defteri (veya sayfaları) durumuna düşer.”
(ss.138, 139)
(Yukarıdaki alıntılarda ayraçtaki “öykü”, “öykücü” vb. sözcükler tarafımdan eklendi. Melih Cevdet Anday’ın bu yöndeki aktarımlarını sürdüreceğim.)
Öykü sanatına dönük kılavuzluk, çilingirlik bağlamında alınabilecek yukarıdaki satırlar, Melih Cevdet Anday’ın “Edebiyat Yazıları”ndan Yalçın Armağan’ın yayına hazırladığı Suçumuz Edebiyat (Everest, 2017) adlı yapıtındaki bir denemesinden alıntılanmış; Anday ailesinin değerli varisleriyle Yalçın Armağan’ın, Everest Yayınlarının hoşgörüsüne sığınılarak aktarılmıştır.