Osman Şahin Anlatıyor…
Osman Şahin’in, 14 Şubat 2003 Dünya Öykü Günü nedeniyle aşağıda alıntılanan “Sunuş”undaki öykü çilingirliği, Ateş Yukarı Doğru Akar (Berfin, 2004) adlı kitabından aktarıldı.
“33 yılı aşan yazarlık yaşamımda 23 kitap, 100’e yakın kitap tanıtma yazıları yazdım. 30 film öyküsü ile senaryoya imza attım. Bu türlerin içinde en çok öykü yazmayı sevdim. Öyküde kendimi buldum, yazmanın tadına öykülerle ulaşabildim. Ne zaman öykü düşünsem, öykü kurgulayıp yazsam, kendimle barışık olurum. Öykü yazarlığı bana, insanlara, dünyaya ve doğaya bir sanatçı gibi bakmamı öğretmiştir.
Öykülerle bu denli içli dışlı olmama karşın, hiç bir öykü bana kolay yazdırmamıştır. Bazı konular vardır, sürekli kalemimin ucuna geldikleri halde kendilerini bir türlü yazdırmazlar. Ne denli uğraşırsam uğraşayım, her zaman yazmayı tasarladığım öykünün gerisine düşmüşümdür. Ama bir söz var; ‘dağ ne denli yüksek olursa olsun bir yanından mutlaka yol geçer’ diye. O yolu buluncaya değin uğraşırım. Bu nedenle öykü bende kolay çıkmaz. İlkin yazacağım konuyu seçerim. Konudan kastım ‘insan’dır. Olay içindeki ‘insan’ın anlık durumlarını yakalamaya çalışırım. Öykü konularım genellikle, iyi bildiğim, yaşadığım, gördüğüm kırsal kesimin renklerini taşır. Bozkır ve toprak kokar, dağ kokar. Öykülerimin okurlarıma bozkırlardan, dağlardan seslenen yanı buradan gelir.
Ele aldığım konuların ‘kuluçka’ dönemleri olur bende. Konular içimde mayalanır, filizlenir. Bazen küçücük bir öykü çekirdeğinin özünü açmaya çalışırım. Öykü kafamda gelişmeye başlar. Bazen kurmaca, bazen gerçek olaylardan aldığım motiflerle konuyu etlendirip beslemeye çalışırım. Bazen çok yaşlı bir insanın yüzündeki çizgilerden yola çıkarak, o insanın yüzündeki takvimi, yaşadığı yılları görmeye çalışırım. Öyküye yoğun şekilde odaklanırım. Öyküler için alt yapı araştırmaları yaptığım, bazen mekan baktığım bile olur.
Yazılan her öykü bir fotoğraf gerçekliği ile olanı biteni yansıtmamalı kanımca. Görünen gerçekle, yazılan öykünün gerçeği farklıdır. Günlük konuşma diliyle, öykü dilinin farklı olması gibi.
Öykü konusu yeterli olgunluğa erişince, oturur yazmaya başlarım. Öykünün eşiği sayılan ilk giriş tümcesi önemlidir bende. İçimdeki yoğunluğa uygun sözcükler, anlatma biçimleri bulup öyküye yedirmem gerek. Her sözcüğün bir iç müziği, bir tınısı olduğunu bilmeli, sözcüklerin içini görmeliyim. Öyküyü tam bir dil dokusundan geçirerek, sesleri, doğayı, karakterleri bütünleştirerek konunun üstesinden gelmeye çalışırım. Yazdığım her sözcük öyküye hizmet etmelidir. Fazla, yığma sözcüklerden, gereksiz sarkmalardan kaçınmaya çalışırım.
Buraya kadar yazdıklarımdan da anlaşılacağı gibi öykü yazmak başlı başına bir disiplin ve çalışma işidir. Yetenek işidir. Yazdıklarından ne kadarını atacaksın, her öykünün kendine özgü bir dokusu olduğunu, parmak izi olduğunu bileceksin. Bütün bunları kaleminin makyajından geçireceksin ve çok sabırlı olacaksın. Bu nedenle yazarın sinir sistemi ile kalemi arasındaki iletişimin sağlam olması gerekiyor. Öykü yazmak, akılla, sözcüklerin imbiğinden süzülen bir iştir.
Öykü, yazarın kendisini bir çeşit tersine çevirmesi, uykusundan çalması, ailesinden, çevresinden geçici olarak uzaklaşması demektir. Öykü veya sanat bencildir. Öykü veya sanat bekletilmeyi sevmez, istemez. Siz ona ihanet edecek olursanız, o da size ihanet edecektir.” (ss. 163, 164)
Yukarıdaki alıntı, Osman Şahin’in, 14 Şubat 2003 Dünya Öykü Gününde yaptığı, “Öykü Yazmak” başlığı altında Ateş Yukarı Doğru Akar (Berfin, 2004) adlı kitabına aldığı “Sunuş” konuşması olup, yazarıyla yayınevinin hoşgörüsüne sığınılarak aktarıldı.