Akın Ersöz’den İki Kitap…
M.Sadık Aslankara
“Öykü Kürsüsü”nde “Hüseyin’in Deniz’i, Karayel’i” adlı öyküsünü okuduğumuz Akın Ersöz’ün, iki öykü kitabı var. İlki, Aşina Karşılaşmalar (Penguen, 2017), ikincisi Gizemli Mektuplar (Mühür, 2018).
“Öykü Kitaplığı”nda, “Öykü Kürsüsü”nde öyküleri yayımlananların değil yalnız, tüm öykü kitaplarına yer açacağımın bilinmesini isterim işin başında. Ancak, öyküsü sitede yayımlanan yazarlara öncelik tanıyacağımı da peşin peşin söylemiş olayım. Ayrıca kitaplara yer açarken kadın erkek sırası gözeteceğimi, bu arada ilk öykü kitaplarına öncelik tanıyacağımı da belirteyim.
“Aşina Karşılaşmalar”…
Her iki kitabını da okuduğum Akın, geleneksel öykü biçeminden çıkıp farklı yerlere taşımak istiyor verimlerini, ama bu yolu çizemiyor sanki bir türlü kendine. Oysa yazar, gerek anlatım gerekse öyküleme sorununu aştığı izlenimi bırakıyor. Ama onu uçmaktan alıkoyan bir yan var; anlatma isteğinden arındıramıyor çünkü kendini.
Pırıl pırıl sözdizimleriyle örüntülenmiş, öğeleri eksiksiz yerine getirilmiş anlatının salt bu nedenle büyüsü zedeleniyor. Sıçramalı, gelgitli, zikzaklı anlatımlara pek gönül indirmediği, üstelik hemen her adımda eksiksiz anlatmaya çabaladığı için öykü enikonu tıkızlaşıyor.
Oysa öyküyü gizemli kılmayı da, öyküye büyü giydirmeyi de iyi biliyor Akın Ersöz. Örneğin kitabın daha ilk öyküsü “Allı Güllü Perdeler”de “menekşe gözlü” kızın belirsizliği, ona dönük getirdiği örtüklük bunu uçurmaya yetiyor. Böylelikle büyü de kazanıyor bir biçimde.
Bununla örtüşen bir yaklaşım “Mektupların Gizemi”, “Mektupların Gizemi Çözülüyor” adlı öykülerde de görülebiliyor. Yaşamsal kimi ayrıntıları da kullanan Akın, sonuna dek koruduğu örtüklük aracılığıyla her iki öyküye de körük kazandırıyor denebilir. Öte yandan biçemsel açılımlara yatkın bir yazar o.
Kendisine, kalemine haksızlık etmemeli, bu tıkanıklığı aştığında etkileyici öyküler gelecek ondan, eminim.
“Gizemli Mektuplar”…
Akın Ersöz, ikinci kitabındaki öykülerde de yine anlatı dilini öne çıkarıyor. Gerçekten de yerli yerinde sözdizimleriyle, sözcük seçimindeki özeniyle ciddi ivmeye sahip. Dolgu olsa bile minik, güzel ayrıntılar da sıcacık kuşatabiliyor insanı.
Ama bu dili, ille kurallarına uygun sürdürme eğilimi, anlatıdaki uçucu-uçurucu yanların zedelenmesine yol açıyor yazık ki. Bu da Akın’ın anlatı dilini kurmacadan çok deneme diline doğru zorluyor görebildiğimce. Anlatıda hele sevgiye yoğunlaştığı yerlerde daha da belirgin hale geliyor denemeye çalan dil.
Adından da anlaşılacağı üzere ilk kitabındaki öyküsünü temele alarak giriyor ikinci kitabına yazar. Akın’ın bir tutumu da olgusal, yaşantısal olandan kopmadan bunları kurmacayla bütünlemek. Mehmet Günsür öykülemesi de böyle değil mi? Öykülere çok başka bir hava da katıyor bu ayrıca.
Ama ikinci kitabını yine de öyküler toplamı değil “anlatı” türü olarak almak daha doğru görünüyor bana. Öyküden geziye, izlenimden anıya uzanan bu metinlerin, okunurluk bağlamında dikkate alındığında, bir kıvraklık yansıttığı somut olarak görülebiliyor.
Sanıyorum Akın, üçüncü kitabı öncesinde bu ikisini masasına alıp bunları yeniden yoğurmayı savsaklamayacaktır herhalde.