ÖYKÜ KİTAPLIĞI M.S.Aslankara; Cafer Özilhan; ‘Topaç’lar’

Cafer Özilhan; “Topaç’lar”…

M.Sadık Aslankara

Cafer Özilhan, bir araya getirdiği on öyküsü eşliğinde ilk kitabıyla okuru selamlıyor: Topaç’lar (Cinius, 2018).

Yazar, öncesi sonrasıyla 1980 dönemine özgülediği bu öykülerde kişilerin makam ya da zenginlik karşısında tutumuna, işsizlik kaygısı, aç kalma, yitirme korkusuyla sınıf atlama çabasına, taciz, baskı, tehdit, sindirme türünde davranışlarla saltık insani değere tutunup da bunlara karşı çıkanların yaşadığı karmaşayı ahlaksallık temelinde işlemeye girişiyor.

Öte yandan öykülerde, Cafer’in yaşamöyküsüyle örtüşen denklikler, çakışmalar âdeta baskın bir anlatıya da dönüşüyor bu arada. Özellikle basın yayın organları ya da gazetelerin “plazalar”daki düzenine getirdiği içeriden bakışın da dikkat çekici olduğu söylenebilir.

Topaç’lar’ın yansıttığı nesnel doku için özetle bunları söylemek olanaklı. Ama konu, yazarın bunları nasıl öyküleştirdiği, nasıl işlediği kuşkusuz.

Bu açıdan baktığımızda zaman sıçramaları, olaylarla kişi ilişkilenişinde kaydırmalı yaklaşım, bunlara dönük soyutlayım, dönüştürüm çabaları yapıtın olumlu yanları.

Ne var ki Cafer Özilhan, bunları hikâye ederek anlatı kurmaya girişiyor genelde. Bu da öyküdeki anlatımcı yanın gide gide metne yayılmasına, böylece anlatının ağırlaşıp enikonu ağdırmasına, dengenin aksamasına yol açıyor.

Hele, gerekirliği aşan boyutta olanı biteni olduğu gibi aktarmaya girişmek, bütün bunların “dolgu” ya da “yığma” biçiminde öylece kalmasına, sonuçta metinde yığışmaya neden oluyor. Bu da durmadan anlatılan, daha doğrusu hikâye edilerek sürdürülen bir kavrayışla karşı karşıya getiriyor okuru.

Ancak okurda eylemlilik yaratmayan, onu yaratı sürecine çekip sarsmayı kımıldatmayı başaramayan öykülemenin, okuma isteğini söndürmesi olasılığının göz ardı edilmemesi gerekiyor hiçbir zaman.

Öte yandan bir öykü gereksinirlik duyduğu her anlatı öğesinin eksikliğini nasıl yansıtırsa, gereksinirliği aşan her anlatı öğesindeki fazlalığı da öylece kusar. O zaman inandırıcılığı zorlayıp gerçektenlik duygusunu da zedeler aynı zamanda. Bir örnekle göstermeye çalışayım.

“Sağ Kol”da, Anadolu ücrasından çıkmış, beşik kertmesiyle evlendirilmiş sonradan makam sahibi olmuş birine, babası şöyle der:  “Sana çocukluğundan beri eline, beline, diline hâkim olacaksın dedim…” (32) Bu sesleniş, “Topaç” adlı öyküde yeniden okur karşısına çıkar: “Babanın ‘Elinize, belinize, dilinize hâkim olun’ öğretisine sıkı sıkıya bağlıydı.” (150)

Böylesi yinelemeler, öykü evrenlerini birbirine girdirdiği gibi düzlemlerin de karışmasına yol açar. Aileler, babalar aynıysa ilkinde öykü kişisi neden “kötü”, ötekinde neden ”iyi” biridir,  yazar buna dönük açılım getirmek zorunda bu nedenle. Kaldı ki ailelerin farklı oluğu görülüyor. Bunlar, metinde giderek karmaşaya yol açabilir. Hele yazar, birbirine çok yakın evrenler kurup da yapılandırıyorsa öykülerini.

Yineleme derken, tümce içinde geçen aynı sözcükleri de arındırmalıydı yazar. Örnekse, “…aynı meslekte çalışanlar için olabilirliği her zaman var olandı.” (18); “…hiç duraksamadan oturdukları masadaki boş sandalyeye otururken…” (93)

Bunun yanında metinde bir kez geçse anlamı daha da güçlü hale gelecek “yalan soslu”, “bonus virüsü” gibi sözcük veya söz kümeleri ne ölçüde tekrarsız kullanılırsa, metinde bunun ağırlığı o oranda artar. Yeter ki yazar, okura güven duymayı bilsin.

Ayrıca inandırıcılığı zayıf anlatı öğeleriyle de karşılaşılabiliyor yer yer öykülerde. Sözgelimi yine “Topaç”ta dolayımlı anlatıcı, bir kurumun genel müdür odasına girer, iş isteyecektir. Sekreter, “Makam odasını temizletti(rir) görevlilere, çayı sadece kendisi için söyle(r).” (143) Bu tür davranışlar gündelik yaşam içinde olağandır belki, ancak yazınsal metin, böyle bir sekreterin herhangi randevu almadan gelen, arkasında bir hatırlının da bulunmadığı birini ya orada oturtmaz ya da oturtuyorsa çay söyleyebilir pekâlâ. Ülkemizin kendine özgü bir gerçekliğidir bu. Eğer yazar, bunun dışında bir gerçekliğe dayalı olarak örüntüleyecekse metnini, o zaman anlatıda bunu yazınsal düzlemde farklı bir biçimde kurmak zorunda.

Bütün bunların ardından Cafer Özilhan’ı öyküde yeni bir ad olarak dikkate aldığımı, bundan sonraki çalışmalarını ilgiyle izleyeceğimi de söylemek isterim doğrusu.