ÖYKÜ KİTAPLIĞI M.S.Aslankara; ESKİŞEHİRLİ ÖYKÜCÜLER;

ESKİŞEHİRLİ ÖYKÜCÜLER…

M.Sadık Aslankara

Önceki yazımın başlığı: “Memleket Baştan Sona Öykü Bahçesi”

Öyle mi peki? Bu başlığı atarken, yaşamda buna ne türden bir karşılık getirilebileceğimin, getirmem gerektiğinin de ayırdındaydım elbette.

Gerçekten bugün Türkiye’de “öykü” lafının edilmediği, konuşulup tartışılmadığı, bu paydada ilişkilerin kurulmadığı, sürdürülmediği tek kent yok desem yeridir.

Yine de şöyle kabaca harmanlarsak eğer İstanbul dışında öykü sanatı bağlamında güçlü çatılara, mahfillere sahip belli başlı kentleri şöylece sıralamak olanaklı görünüyor bana: Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Eskişehir, Bursa, Diyarbakır, Samsun.

Kendi payıma bu kentlerdeki yazarların çok büyük bölümünü ad olarak tanıdığımı, aynı şekilde tümünden öyküler okuduğumu, hatta buralarda yaşayan azımsanmayacak sayıda yazarın öykü kitapları üzerine kalem oynatıp değerlendirmeler yaptığımı, ayrıca andıklarım arasında Diyarbakır dışındakilerden kimileriyle tanıştığımızı, hatta görüşmelerimin bugünlere uzandığı yazarlar bulunduğunu söyleyebilirim pekâlâ.

Türkiye’ye yayılmış öykü yazarları arasına bu yakınlarda iki imzayı daha ekledim. Biri Eskişehir doğumlu, öteki Eskişehir’de yaşayan iki genç öykücü, birer ilk kitapla öykü dünyasında adlarını duyurdular. Eskişehir doğumlu Nazlı Kırıcı Denize Doğru (Everest, 2021), Eskişehir’de yaşayan Şebnem Balevi de Olmaz Diye Düşündüğümüz Şeyler (Alakarga, 2021) başlıklı öyküler demetiyle yazınımıza ilk çentiklerini attılar böylece.

Nazlı Kırıcı, bağlamlı yapıdaki öykülerinde aile temelinde, bunu oluşturan bireylerin bir yandan kendi iç dünyaları ve ailenin öteki bireyleriyle ilişkilenişi öte yandan bunların aile dışındaki olgularla ilişkilere dönük kendi dünyalarında verdikleri uğraş zengin öykü atmosferi içinde kendine yer buluyor. Bu yönde bir toplumsal oluntu dökümü de çıkıyor enikonu ortaya.

Nazlı’nın bu ilk öykü kitabında anlatımcı öykülemeden yer yer kurtulamadığını ele veren bölümceler görülse de yan anlam örgüsündeki sıkılık, artalandaki yığınak dikkati çekiyor. Eksiltiyle altından kalkabileceği kimi yığma ayrıntılarda görece bir savruntu sergilese de genel olarak yerinde kullandığı işlevsel ayrıntılarıyla, bunlardaki işlevselliği öykü evrenine yayıp yerleştirmesiyle yine de öyküye diri, yeni bir hava taşıyor bana göre.

Şebnem Balevi, yapıt adından gelen, “böyle de olmaz ki” denilerek geçiştirilebilecek olgulara dayalı evrenler kurup sunduğu bu ilk öykü kitabında bunları, görece bir “proje” verimi türünde algılatsa da sonuçta insan tekinin, bu yönde irrasyonel açılıma dönük ilgisini çekmeyi başarıyor yine de.

Şebnem, öyküyü kurarken bunu ürkü-korku payandasına dayandırmayı hedeflediği için yazarlık hünerini yer yer geride tutup, anlatısında gerçektenlik duygusunu, şaşırtmacada farklı açılımlar getirmeyi daha çok öne alıyor herhangi bir boşluğa düşmemek için. O zaman yazınsal dilin işlenişinde bu yönde zayıflıklarla karşılaşılabiliyor. Ama biçemsel açıdan yöneldiği odak anlatım için doğrudan hedefe kilitlendiği içn okuru kendine bağlamayı savsaklamıyor doğrusu.

Artık öykücülümüze iki ad daha eklendi. Nazlı ve Şebnem, kendi payıma sizleri izlemeyi sürdüreceğim elbette, ama kalıcılığınızı liyakatiniz, alana bağlılığınız belirleyecek. Bunu da hep birlikte göreceğiz tüm öykü kamuoyu olarak.

O halde Eskişehirli öykücüler arasına hoş geldiniz diyorum Nazlı Kırıcı, Şebnem Balevi. Ama şimdilik, bunu söylememiş olmayayım.