ÖYKÜ KİTAPLIĞI M.S.Aslankara; SİYASAL ÖYKÜLEME OLARAK ‘MÜMKÜN’

SİYASAL ÖYKÜ OLARAK “MÜMKÜN”…

(17.3.2022 YAZISIDIR.)
M.Sadık Aslankara

Genç yazar ve bilimci Deniz Yıldırım’ın ilk öykü kitabı Mümkün için (Alakarga, 2021) daha önce Cumhuriyet Kitap’ta yazmıştım. Ancak tüm “Kitaplar Adası” yazılarında olduğu gibi “Öyküdenlik” bölümünde de kitaplara gereğince, yeterince yer açılamıyor ne yazık ki, çünkü gazete eki oluşu, “kısa yazı”lara gereksinim duymasına yol açıyor. Oysa Deniz’in iki öyküsü üzerinde özellikle durmayı gerekli görmüştüm.

Demek fırsat, kendi sitemde yazmak biçiminde çıkacakmış karşıma.

Mümkün’de beş öykü yer alıyor. Üçü, tam anlamıyla kısa öykü kalıbına uygun birer örnek, ikisi var ki uzun öykü olarak kırk, elli sayfalık oylumlarından çok bunların “siyasal öykü” bağlamındaki duruşları üzerinde düşünce üretilmesinde yarar var.

Nitekim yazı, başlıkta kendisini açıkça koyuyor zaten. Sözünü ettiğim bu iki öyküye, birer siyasal öyküleme biçemi anlamında baktığımızda neler söyleyebiliriz, işin bu yanı üzerinde duracağım kendi payıma.

“Siyasal öykü” denildiğinde, bununla siyasal olayları, konuları, sorunları hikâye eden anlatılar kastedilmiyor, böyle olsaydı gazetelerdeki yazılarla arasında fark kalmazdı bu tür anlatıların. Gerçekten apayrı bir sözcük, ötesinde terim bu. Bundan, olgusal bağlamda siyasal olan her neyse ve ne alınıyorsa ele, metinde bunun bu berraklıkta anlatılmasını değil, bu yönde felsefi düşünsel işlemeyi olanaklı kılacak bir kavramsal açılım getirilmesini, yaratılan artalan aracılığıyla okurun bu siyasal olguyu yeniden kurup yapılandırabilmesi olanağı yaratılıp önünün açılmasını anlamak gerekiyor.

Deniz’in yapıtında, üzerinde durmak istediğim iki öyküsünden biri “Dikine Mezarlık”, ötekiyse kitaba da adını veren “Mümkün”.

Açık biçimle kurduğu öykülerinde, yazar bir üst anlatıcıdan yararlanıyor hep. Girişle çıkışa yerleştirdiği bu iki öyküyü, birbirine karşı tutulmuş, birbirini gösteren aynalar bağlamında aldığı kestirilebilir onun. Hatta bunları birbirinin nedeni sonucu olarak yerleştirdiği de öngörülebilir. Bu çerçevede “Mümkün”, seçimde, kendisine verilen sandık başkanlığı görevinden ötürü sabah alacasında, yanında bunun için gerekli malzeme, taksiyle yakın köye giden, kafasında şiirler döndüren Haluk öğretmenle açılır. “Sandık”, sandık kurulu üyeleriyle bir “kapan”dır adeta. Köyün kente yerleşmişleriyle ileri gelenleri pusuya yatmıştır; öğretmen avdır, kendileriyse avcı; ortadaki kapan bunun içindir sanki.

Bu özetlemeyle “Mümkün” Nuri Bilge Ceylan sinemasının akışına benzer diziliş bağlamında bir hikâye edişle geliyor neredeyse. Köyün o durağan havası içinde, tutucu yapısı, baskısı altında kapandayızdır; yazar, köylülerle birlikte okur olarak bizi de cami içindeki bu sandığa kapatmıştır.

Öğretmen, tutucu yapıya karşı direncin simgesidir, böyle olunca okur için de tutamak haline dönüşür ister istemez. Oy sayımında “Mümkün Parti”ye bir oy çıkması bu av kapanını hareketlendirecek, bunun köylerine yakışmayacağı düşüncesiyle çözüm için öğretmeni sıkıştıracaklardır.

Kara anlatıya dayalı şaşırtmacaya karşın “Mümkün”ün anlatıma dayalı bir hikâye ediş olması nedeniyle “siyasal öykü” bağlamında alınabilirliği enikonu zedeleniyor bana göre. Bu anlatım, herhangi gazeteci tarafından da kurulabilir pekâlâ. Buna yakın, bununla örtüşen bir metin ortaya konulabilir ayrıca.

Şimdi “Dikine Mezarlık” öyküsüne geçelim.

Yazar, yine açık biçim anlatı temelinde kurduğu bu öyküsünde, öğretmen şair Haluk’un yerine bu kez mimar Erdem’i alıp yerleştiriyor ana omurgaya. Yazar onu bize şu tümceyle tanıtıyor: “Bölünmüştü; ruhunda bayıra çadır kuran bir örük; eyleminde, şehirlere mezar diken bir yerleşik vardı. Ve kavgayı şimdilik ikincisi kazanmıştı.” (22)

Erdem, iş dönüşü evinin bulunduğu siteye, dairesine girebilme çabasındadır. “Toplam altı blok, her birinde kırk sekiz kat ve her katta da dört daire.” (18) Ne ki asansör, oyun içinde oyunlar sunan bir anlatı kişisine dönüşür adeta. Bu çerçevede kırk sekizinci kata çıkan asansör, üç yolcusuyla fantastik bir evrene dayalı bilimkurgusal akış sergileyecektir bunun yanında. “Kendisine söyleneni bu kez yapmamaya karar vermiş” (32) bir asansör de olabilir çünkü, öyle ya. Erdem, işte o zaman kabindeki öteki iki yolcuyla daha yakından ilgilenir. Biri kendisiyle aynı adı taşıyan yaşlılığıdır, ötekiyse, asansör “mekanik arıza”yla bir süre ara katta kaldığında, “arafta” olduklarını söyleyen, üzerinde “simsiyah pardösüsü” olan “meçhul kişi”dir. “Gelecek zamandan tutulan bir aynaya bakar gibi hisse(der)” (44) kendisini Erdem neredeyse.

Görüldüğü üzere Deniz Yıldırım daha çok herhangi siyasal anlatı sayılabilecek “Mümkün”e göre farklı yapıda ama “siyasal öykü” nitelemesiyle uyumlu kurup yapılandırıyor “Dikine Mezarlık”ı. Bir açıdan bu noktada Tahsin Yücel’in Gökdelen’i (2006) anımsanabilir bana göre. Aynı zamanda anlatıdaki distopik vurgunun altı da çizilebilir pekâlâ.

Böyle olunca öykü evrenindeki kent karmaşasına dönük getirdikleriyle yazar bizde yoğun bir artalan oluşturup bununla ortaya çıkan kavramsal tortuyu her an tetiklerken “Mümkün”, görece daha uzak bir hava yayıyor görüldüğü kadarıyla. Sonuçta okur olarak kentsel yaşamın girdi çıktılarına, burada oluşan oluntulara siyasal açıdan çok daha farklı bir gözle bakmanın olanaklarını buluyoruz öyküyü okurken.

Demek ki bir siyasal öykü, ürettiği kavramsal tortuyla, düşünce ilmeklerini çözen ufuk açıcı çoksesliliğiyle okuru zenginleştiren bir birikim yaratabilir, bir öykü işte bu yanlarıyla siyasal öykü niteliğini hak ediyor, insandaki ağırlık da bu yolla kendini gösteriyor.

Diyeceğim, siyasal öykü, metin, anlatı, roman, oyun, film, alımlayıcıya bir şeyleri ille anlatmaya kalkmaz, bunu okura buldurur, okura söyletir.

Deniz Yıldırım da Mümkün adlı öykü kitabında, bunu yapmaya çalışıyor.