“ZAMANSIZ”DAKİ ÖYKÜLEME…
M.Sadık Aslankara
“Hikâye etmek” veya “hikâye anlatmak”, “öykü yazmak”, “öykülemek” farklı anlamlara uçuruyor kişiyi.
Öykünün de romanın da aktardığı, yansıttığı bir hikâye bulunabilir elbette, doğaldır bu. Ama öykü yazıyorsanız eğer, bunu roman gibi kaleme alamazsınız. Roman türünün örneğini yansıtan yapı, salkım hikâyeler kullanabilir pekâlâ, ancak romanı ortaya koyan metni öykü biçemiyle yazamazsınız. Öte yandan iyi bir öykü yazabilmek için bu metni iyi bir öykülemeyle yoğurmanız gerektiğini de bilmek zorundasınız ayrıca.
Öykü kitaplarını okurken ilk dikkati çeken yanların bunlar olacağı söylenebilir. Öyküleme, yazılan öykünün biçeminden kurgusuna, dilinden anlatımına tüm öğeleri de içerecektir. Hele satır arası, susku, sıçrama, ayrıntı, artalan, yananlam vb. yok mu, öykü, metinde anlatılandan çok işte böyle biçimsel-biçemsel işlemelerin doygunluk paydasında uygulanmasıyla ortaya çıkıyor, yüklendiği işte bu değerlerle kendini somutluyor.
Sözü Veysel Kobya’nın ilk öykü kitabına getireyim şimdi de: Zamansız (Klaros, 2021).
Yazar, kitabını iki bölümde yapılandırmış: “Bağlı”, “Münferit”. İlk başlıktan kalkarak ikincisine “Bağsız” da diyebilirmiş, birbirine bakışımıyla da dikkati çekermiş o zaman kanımca.
İlk bölümde yazar, yaşamsal gerçeklikle kurgusal gerçekliği harmanladığı bir öyküleme getiriyor enikonu. Bu yaklaşımın doruk örneklerinden biri olarak Borges anımsanabilir hemen. Bizde de azımsanmayacak örneklerinden söz edilebilir, dünya öykücülüğündeki örneklerin yanında.
“Bağlı” başlığı altındaki öykülerinde Veysel, dış olguların nesnel aktarılışına benzer tutumla, bundan herhangi sapma göstermeden âdeta düz bir anlatımı yeğliyor. Nitekim “Pislik Kent” adlı öyküsünde arkadaşının “kalınlaşan sesi”ne dikkat eden anlatıcı, “Benimki ne zaman kalınlaşacak acaba,” (25) diye merak ederken, çocukların ergenlik sürdükleri ne de güzel anlatılıyor. Böylece biz öykü kişisi çocukların yaşı konusunda apaçık kesinlemeye gidebiliyoruz. Yananlam, ayrıntı yerleştirimiyle metin karşısında sergilediği soğukkanlı tutumdan, okurla arasına mesafe bırakmaktan da vazgeçmiyor Veysel.
Ama beri yandan “Bilmediğin bir yerde olmak ürkütücü olmalıydı,” (25), “… işsiz olmak çok sıkıcı olmalıydı…” (27) diyor; anlamsal olarak bu da güzel, ne ki anlatımsal olarak değil. Çünkü “olmak” eylemi ikiletilmiş. Bir tümcede sözcük, özel bir işlev taşımıyorsa eğer bir kez kullanılmalı, her yazar özen göstermeli buna. Doğaçlama değil bu, yazınsal metin, o halde gerçekliğin yazınsal temelde yeniden kurulabilmesi için gerekenler eksiksiz uygulanmalı.
“Münferit” başlığı altında topladığı öteki dört örnek, olgusal temelde kurgulanmış öykülemeyle geliyor önümüze. Bu kez, anlatıcı öykü kişileri, içlerinden geçirdiklerini bile yakınlaştırıp bunları sıcak bir etkileşimle açıyor okura. Ne var ki öyküler, kimileyin anı havasındaymış izlenimi bırakırken bu arada bir çalım deneme dili-mantığı duyumsanıyormuş gibi de algılanabiliyor.
Ama bu sözlerim, öykülerin tümü için geçerli değil. Örneğin “Üç”te yarattığı öykü kişisi kadını, öylesine zengin açılara oturtup farklı köşelerden ona ışık düşürüyor ki, öykü, ciddi bir yükseliş gösteriyor bu doğrultuda. Kadınla birlikte adamı da öyküdeki o küçük rolüne karşın usta bir işçilikle bizde yeniden yaratması, başlı başına başarı. Ne anısal bir uç ne de deneme sekmesi, hiçbiri duyulmuyor öykü okunurken. Bu örnek tek değil.
Nitekim dörder öyküden oluşan bu iki bölümde dikkati çeken başka örnekler de çıkıyor karşımıza.
Veysel Kobya, Zamansız’la kitaplı yazarlığın öyküdeki ilk adımını atarken, alana elbette giriyor, ama girdiği bu alanda kendisine yer bulması, kalıcılık sağlaması öykücülüğümüzde atacağı adımlara bağlı.
Veysel, bundan sonrasında nasıl bir yol çizecek kendisine birlikte göreceğiz. Ben de kendi payıma izlemeyi sürdüreceğim genç öykücüyü.