ÖYKÜ KÜRSÜSÜ: Erdal Güzel; ‘Memet K.’ – Öykü

Memet K.
Erdal Güzel

Memet K., Van’ın Gevaş ilçesinin K. köyünden, yetmiş iki yaşında yakalandı PKK’ya yardım ve yataklıktan. Bir yaz günü öğleden önce camiye gitmek için atına binerken yakaladılar.

Ağlayan karısının yanında ellerine kelepçe takılması ağırına gitti. Diklenecek oldu, yaşamındaki ilk tokatı yedi, yirmi iki yaşındaki uzman çavuştan. Çaresizliğine ağlayamadı.  Can tatlı geldi. Dirense, sövse ana avrat vuracaklardı çünkü.

Terörist olduğunu söylemesini istiyorlardı. Bunu kızarak reddetti.

Şaşırdı. Yaşamında şaşırdığı şeyler azdı.

Her ilkyazda evin aşağısında, derenin kenarındaki söğüt ağacı yıkılacak mı bu yıl diye endişelendi. Yıkılmamasına şaştı. Ağacın gövdesi çürüyor, seller altını oyuyordu her yıl biraz daha. Bu ilkyaz dayanamaz, kesin yıkılır diyordu içi cız ederek. Memet K., yetmiş iki yaşına gelinceye kadar ağaç yıkılmadı. Açığa çıkan köklerinin yerine yenilerini çıkarıyor, altını oyan sellere direniyordu.

Bir de kızının güzelliğine şaşardı en çok. Hayran hayran izlerdi her devinimini. Çocukluğundan beri güzeldi. Büyüdükçe daha güzelleşti. Büyüyüşünün her anını gördüğü halde yine de başka bir dünyadan gelmiş olağanüstü bir şey karşısındaymış gibi hissederdi kendini.

Karakolda Tasya’yı sordular. Bilmiyordu.

“Bilmiyorum,”  dedi.

Tasya’yı iki yıldır görmüyordu. Zekiye kod Tasya dediler. PKK’nın ünlü komutanlarından. Bilmiyordu. Yalan söylüyorsun, sen ne biçim babasın, biliyorsun dediler.

İki gün boyunca çok çok dövdüler. Zekiye kod Tasya’yı soruyorlardı durmadan.

“Ölür elimizde kalır, dikkatli olun,” diyordu  komutan.

İkinci günün sonunda dayak ve uykusuzluktan kızının adını unuttu. Zekiye miydi Tasya mı, karar veremiyordu. İkisini de tanımam demeye başladı.

Kızdılar.

“Kızın Tasya değil miydi?” diye dövdüler.

İkisini de tanırım deyince yine dövdüler. Bir türlü anımsayamıyordu kızının gerçek adını. Hangisini sorsalar tanırım benim kızım diyordu. Dövüyorlar ikisini de tanımam diyordu. Etleri yanıyor, yaşlı kemikleri sızlıyordu inceden.

Üçüncü gün öğleye doğru karakolun avlusuna çıkardılar. Altı kadın ceseti yatıyordu yerde.

Hangisi Zekiye kod Tasya diye sordular. Cesetler çırıl çıplaktı. Şişmeye başlamış ve çok kötü kokuyorlardı. Arı ve sinekten görünmüyorlardı.

Memet K, kızı var mı diye bakarken öldü öldü dirildi. Çıplaklığı kızına yakıştıramıyordu. Böyle olamaz, Tasya böyle çırılçıplak olamaz diyordu içinden.

Sonuncu cesede bakarken sarsıldı. Düşecek gibi oldu. Yanındaki askerin koluna tutundu.

“Tasyaaaa!..” diye inledi.  “ Ahhhh  Tasyaaaa!.. “

Sonra dermansız çöküverdi. Komutan işaret etti. İki er koşup sinekleri yellediler ellerindeki çuval parçalarıyla.

Sinek bulutunun arasından gök mavisi gözleri göründü ölünün. Solmuş duvar gibi anlamsızdılar ve hiç bir yere bakmıyorlardı.

Tasya’nın gözleri mavi miydi? Anımsayamıyordu. Beynini zorladı. Çocukluğunu bile anımsıyordu dün gibi. Kucağına sokuluşunu anımsıyordu. Boynuna sarılışını anımsıyordu. Koşuşunu, küçücük ağzıyla gülüşünü,  ışıldayan güzelim dişlerini anımsıyordu. Ama gözlerini anımsayamıyordu bir türlü.

“Zekiye mi?” diye sordu komutan gülerek kendinden emin bir sesle.

Bilmiyordu Memet K. uzun uzun düşündü.

“Zekiye mi?” diye yineledi komutan.

Askerler ölüye çokuşan sinekleri yelliyorlardı habire. Gözlerin ferini yemişti sinekler. Hiçbir yere bakmıyordu ölü.

Birden sevinçle ayağa kalktı. Anımsamıştı. Tasya’nın gözleri griydi. Bulut gibi bakardı çünkü.

“Bu değil… Bu değil…” diye bağırdı sevinçle. “Bu Tasya değil…”

Yerinde zıplayıp duruyordu.

Bu tepkisi hoşuna gitmedi komutanın. Sevincinin paylaşılacağını umarken kuvvetli bir dipçik yedi yüzüne. Hiç acımadı. Hafif bir sızıltı duyar gibi oldu. Yanağı yarılmış kanıyordu.

“Bu değil. Tasya değil!”  diye bağırdı öfkeyle. “Tasya değil, Tasya değil işte,” diyordu inadına dipçik yedikçe.

Askerler dipçiklerle çullandılar. Kendinden geçti.

Uyandığında gözlerini kavuran güneşle karşılaştı. Kocaman ve insafsızdı. Doğrulmaya çabaladı. Çıplak ölülerin karşısındaydı. Üstlerindeki sinek bulutları daha çoğalmıştı sanki, mavilisi, karalısı, sarılısı, aklısı…  Arılar da vardı her renkten, irili ufaklı. Ölüler sinekten arıdan görünmüyordu. Dört ayak üzerinde durmaya çabaladı, kolları taşıyamıyordu vücudunu. Her yanı ağrıyordu. Oturdu. Sinekler yüzüne saldırıyordu. Gerilmiş ağrıyan yüzünü yokladı eliyle. Kurumuş kan pıhtılarını hissetti. Telaşla hopladı yerinden. Askerler yanına koştular.

“Moruk uyandı komutanım!” diye bağırdı biri.

Komutan sert adımlarla çıkıp geldi uzandığı gölgelikten.

“Zekiye mi?” diye sordu sertçe.

Memet K. bezgin bezgin ölüye baktı.

“Değil. Benim kızım değil.”

“Bu senin kızın. Bu Zekiye… Zekiye kod Tasya. İyi bak…” Sesi öfkeliydi. “Bu senin kızın… Kâğıtlarda yazılı. Senin kızın olmaması mümkün değil.”

Kâğıtlara inanılmayacağını biliyordu Memet K.

“Kâğıtlar yalandır, benim kızım değil. Hiç mümkünü yok. Benim kızım değil.” diye diretti.

Komutan kızıp tokatladı Memet K.’yı. Askerler de dipçiklerle giriştiler. Yeniden bayıldı.

Uyandığında güneşin yakıcılığı azalmıştı. Oturduğu yerden bomboş gözlerle ölülere bakmaya başladı. Sanki dünyadaki tüm sinekler ölülere saldırıyordu. Komutan yeniden dikildi başına. Askerler ayağa kaldırdılar. Komutanla oturarak konuşulmazdı çünkü.

“Zekiye mi?” diye sordu komutan.

Bu saçma sorunun niçin durmadan sorulduğunu anlayamıyordu. Başı dönüyordu. Ölüler ondan gittikçe uzaklaşıyorlardı sanki.

“Değil.”

“Allahın belası moruk, iyi bak. Kızının bir yerinde işaret yok muydu hiç? Niye uğraştırıyorsun bizi?”

“Değil.”

“Tasya.”

“Değil.”

Askerler dipçikleri kaldırdılar. Komutan işaret etti, durdular.

“Bak babacığım, uğraştırma bizi boş yere. Bir kez daha bak… İyi bak. Eziyet etme bize. Öldük kokudan. İyice bak,  inat etme. Dosdoğru söyle.” Komutanın sesi yumuşacıktı. Yalvarıyordu. Başını olur anlamında salladı Memet K.

Sinekleri yellemeye başladı askerler. Dikkatle baktı. Tasya’ydı. Gözleri griydi. Yüzü Tasya’nın yüzüydü. Biraz şişkindi yalnız.

“Tasyaaa… Ah!..” diyebildi. Ölünün üstüne düştü. Bayılmıştı.

Suyla ayılttılar. Karakolun çardağında açtı gözlerini. İçi bulanıyordu.

“Yaaa ihtiyar!.. Gördün mü kızını?..” dedi alaylı bir edayla komutan.  “Bir de kızım değil deyip duruyordun.  Devletle oynanmaz.  Oynayanın sonu böyle olur…”

Şaşkın gözlerle baktı. Tasya’nın öldüğünü nasıl söyleyebiliyordu böyle kolay, bir tavuk ölüsünden bahseder gibi?  Nasıl alay edebiliyor, nasıl sevinebiliyordu? Akıl almaz bir şeydi bu. Hiçbir kurşunun Tasya’ya kıyamayacağını bilmiyor muydu?.  Hangi göz nişan alabilirdi Tasya’ya, Hangi el dokunabilirdi tetiğe? Deli miydi bu adam,  Allahtan korkmuyor muydu? Besbelli, kara cahilin biriydi.

Yerinden kalkıp ölülere doğru yürüdü ayaklarını sürüyerek.

Bir kadın vardı ölülerden birinin başında. Durmuş, öyle boş boş bakıyordu ölüye. Ağlamıyordu yalnız. Takılmış gözlerle bakıyordu. Ne güneşin ne de yüzüne çarpan sineklerin farkındaydı. Ağır ağır sallanıyordu durmadan.

Memet K. ona baktı. Kadın yaşlı ve çirkindi. Tasya’ya hiç benzemiyordu. Birden ferahladı. Cesaretle yaklaştı sonuncu cesete.  Arı ve sinekler çıldırmışlardı kokudan.  Öyle çoktular ki, görmek mümkün değildi gözlerini ölünün. Tombalak bir şeydi ceset. Biraz daha irileşmişti sanki. Karnı hamile bir kadın gibi şişmişti.

“Kesinlikle Tasya değil.” diye düşündü. Kocaman ayakları vardı. Oysa Tasya’nın ayakları minnacıktı. Tüm bedenini incelemeye başladı. Kalın kalın bacakları vardı.

Askerler bezgin bezgin yellemeye başladılar. Nefes almamaya çalışıyorlardı. Bir an mavi gözleri göründü ölünün. Hiçbir yere bakmıyorlardı.

“ Tasya değil!..” diye sevinçle bağırdı komutana doğru koşarken.  “Tasya değiiiil!..Tasya  Değiiiil!” diye bağırıyordu durmadan.

Komutan ana avrat sövdü. Askerler de epey dövdüler. Kokudan çıldırıyorlardı çünkü.

Ayıldığında geceydi. Küçük bir hücrede tahta bir divanın üzerine uzatmışlardı. Nerede olduğunu anımsayamadı epey bir süre. Eliyle tahtaları yokladı. “Tahta bir kerevetteyim,” diye düşündü. Ama neredeydi? Ölmüş müydü?  Ölmüş de kocaman bir mezara mı koymuşlardı?  Tahtalar niçin altındaydı, üstünde olmaları gerekmez miydi?

Ay ışığı vardı pencerede. Kalkıp baktı. Buz gibiydi ay. Kıpırdamadan duruyor, ne kadar çaresiz olduğunu hissettiriyordu insana. Yeniden kerevete uzandı. Uzanır uzanmaz her şeyi anımsamaya başladı. Aklına ilk gelen Tasya oldu. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Tasya mıydı gerçekten?

Düşündü… Ölünün gamzeleri yoktu. Ablak suratlı bir şeydi. Saçları da kızıl gibiydi sanki. Gözleri… Gözleri ne renkti ölünün?..  Mavi miydi, gri mi?.. Tasya’nın gözleri ne renkti?..  “Baba bak ne güzel uçak!”  dediği anda gökyüzünün rengindeydi tastamam. İyi de gökyüzü ne renkti?

Hiçbir şeyden emin değildi. Aklını mı kaçırıyordu? Küçücük hücrede hızlı hızlı dönmeye başladı. Başı dönüyordu. Susuzluktan içinin yandığını hissetti. “Tasyaaaaa!” diye inledi. Yere yığılırken kendinden geçmişti.

Uyandığında güneş epey yükselmişti. Dışarı çıkardılar. Her şeyi anımsamaya başladı. Altıncı ölü kesinlikle Tasya değil diye düşünüyordu kararlı adımlarla yürürken. Çünkü Tasya’nın gözleri griydi. İnsanın yüreğine bakırdı. Endamı inceydi. Bir sır gizlerdi gamzelerinde. Saçları altın rengiydi, koşarken başaklar gibi dalgalanırdı. Oysa orada sol memesi parçalanmış, gövdesi top top kara kan pıhtılı, tombalak, zavallı bir ölü vardı yalnızca.

Sevindi, yüzü ışıldadı. “Tövbe!” dedi seslice, ölüye saygısızlık ettiğini düşünerek. Hemen bir elham çekti.

Cesedin başına götürdüler. Askerler çabuk çabuk yellediler, nefes almamaya çalışarak.

Bakmadan “Tasya değil,” dedi Memet K.

“Tasya ulan Tasya. Hem de Zekiye kod Tasya. İnatçı moru!” diye bağırdı Komutan. Tekmeledi. “On kişi teşhis etti. Niye inat ediyorsun?”

Memet K. yere düşerken “Değil!” dedi inançla.

“Anası tanıdı. Tasya işte. Tasya olarak gömülecek.

Memet K.’nın yüreği cız etti.  Anası tanımış mıydı gerçekten? Zıplayıp kalktı.

“Doğru mu? Anası tanıdı mı gerçekten?” diye sordu korka korka, yalvaran gözlerle.

“Tanıdı… Hem de nasıl…” diye cevap verdi komutan buz gibi. Gözleri yalan söylemiyordu. “Ağlaya ağlaya öldü kadın. Kaç kez bayıldı da zorla ayılttık.”

Memet K, ölüye doğru koştu umutsuzca. Yaşlı gözleri durmadan ağlıyordu. Askerler daha hızlı yellediler.

Arı ve sinek bulutunun arasından ölünün gözleri göründü.

Gözleri yoktu…