ÖYKÜ KÜRSÜSÜ; Fatigül Balcı; ‘Sebil’ – Öykü

SEBİL
Fatigül Balcı

“Sebilim ben, sebil!” diyor Yiğit.

Sebildi de, bir biz ağzımızı dayayıp içemedik.

“Yangın geçirmiş, soyguna uğramış, yıkık dökük bir ev gibiyim Özgecan, temelim sağlam olmasaydı, yer ile yeksandım şimdi.”

Bana “Özgecan” demesinden hoşlanmıyorum artık. Bardağa uzanan elini tuttum, fazlasıyla içmişti. Önce bir acıyacak olduysam da aldırmadım. Üç evlilik, kaç üçer sevgililik, kaç kadının çemberinden geçtin, sebil ne ki, sefil olmadığına şükret.

Sefil olmaktan iyidir, dedim.

“O da yakındır, Özgecan, o da yakındır.” Ağlamaklıydı, iyice dolmuştu belli. Derdini dökecek, tükenmez dostuna, bunu periyotlarla yapar zaten. “Neredesin Özgecan, sana ihtiyacım var” gelir, kendisiyle ağlamaya, gülmeye ayarlı bir şişme kadın…

Hakikaten sebilmiş de, hayatındaki herkesin kıl kopardığı domuzdan başka bir şey değilmiş de bütün kadınların enayisi olmuş da ömrü hayatında. Bu kadar benbenci olmayacaktın efendi. Her şeyi sen yaparsın, sen bilirsin, senden sorulur, müzik de yaparsın, kariyer de, iflas da edersin, köşe de dönersin… Sen Yiğit’sin, çok yiğitsin hem de.

Bunalıma girmekten korkuyormuş.  “Vallahi.” Bütün kadınlardan sıdkı sıyrılmış, hiçbirine güveni kalmamış, hepsinden yılmış, göresi gözü yokmuş kimseyi.

Ben kadın değilim ya, cinsiyetim yok, sadece “Özgecan”, yok “Şevketibostan”, dikenli bir otum, şifalı.

Daha düne kadar, yüz metre öteden kalbim çarpardı görünce, döne döne sarıldı da hissetmedim bir şey. Eski bir ölüye artık ağlamaz da insan, hafiften üzüntü duyar, saygı duyar ya…

“Birlikte tatil yapalım, seni kaçırıp İtalya’ya götüreyim,” diyor, hiç kıpırdamadı içim. Ben çoktan gittim de döndüm, sağ ol. Ayrıca tatillere de gittik, gitmedik mi, sevgililerin, sen, ben.

Yakınması, anlatacakları bittikten sonra da akıl verir; niye evlenmemişim, yaşım geçiyormuş da, profesör de olmuşum, daha neyi bekliyormuşum da, yalnız hayat geçer miymiş, üzülüyormuş benim için. İnsan pişman olacaksa yapmadığına değil, yaptığına olsunmuş da… Üç kez evlenip ayrılmış biri diyordu bunu. Bir olur, iki olur evlilik dediğin, baktın beceremiyorsun, vazgeç artık. En son yanında gördüğüm koca kızla niyetimiz ciddi, demedi miydi? Ne çabuk döndü de evlilik yolundan, bütün kadınlardan nefret ediyor, dert yanıyor? Ah Yiğit, hiç ermedi aklım sana.

Tabii canım, beni çok severmiş, yerim başkaymış, bütün arkadaşları bir yana, ben bir yanaymışım, hiç kopmuş muyuz birbirimizden? Dostmuşuz biz, eskimeyen eski dost. Ne zaman ağlamak için bir omuz gerekse, bana koşacağını biliyormuş. Hayatında tek güvendiği, değer verdiği benmişim; sevgililerin yerine bir başkasını koyabilirmiş, ama benim yerimi dolduracak insan yokmuş yeryüzünde… Her zamanki gönül okşamalar. Sonra, yirmi sene evveline gider illa ki, “Pire gibi kızdın, çok çalışkandın.”

Aptal, pireden başka sıfat bulamadı bunca senedir! Çalışkanlığımdan, enerjikliğimden başka bir özelliğim yoktu.

Üniversiteyi benim sayemde bitirdi, uzun bacaklı, sarı saçlı, kara gözlü kızların peşinde koşarken ben not tutuyordum ona, soruları çözüyordum kafasına sokmak için. Geçtiğim derslere bile giriyordum onun için, milletin arkamdan gülmesine aldırmadan. Hiçbir dersi kaçırmaz, sabahın köründe kalkıp giderdim, o uykusunu alsın, haylazlık etsin diye. Karşılığı da küçük bir konser, beni hayran bırakan abartılı teatral hareketlerle şarkı söylemek olurdu: “Sevda bir özgecandır/ Kara gözlü ceylandır…” Adım Özge ya, şarkıyı bana bestelemiş; o anki mutluluğumu kimse tarif, tahmin, taltif edemez.

Bir gün ona mektup yerine, “Haylaz İle Uyuz” diye bir parodi yazdım, gülmekten öldü; öldü de anlamadı, bir uyuzun haylazı olduğunu… Dallarına su yürümüş kızlar, kösnül topuk vuruşlarıyla tak tak ayartırken, ben lastik pabuçlarımla etrafında gölgeden farksız, kıvırcık saçlı, minyon kirpi kız. Demek ki iyilik faydasızdı… Kendim için de tutmadım not, dinlemedim hocayı, derslere girmedim, astım okulu, tatillere çıktım, son sınıf birinci, ikinci dönem çaktım, olsun, o da çaktı ya.

Bir sonraki yıl, son dönemin başında, birlikte müzik yaptığı zürafa kızla nişanlandı Yiğit, okul biter bitmez de evlendi. Vakit kaybetmeden Viyana’ya müzik eğitimi almaya gitti, karısı da, babasının genel müdürü olduğu bankaya girdi.

Hayattaki en büyük hayalim gerçekleşmedi, ikinciye bakmalıydı, birincisi Yiğit’ti tabii ki. Yüksek lisansa başladım, doktora için de burs kazanıp yurtdışına gidecektim, sonrasında akademisyenlik… İkincisi kolaydı, hatta olmasa da olurdu ama oldu, yeter ki çalış. Birinci hayal ikinciden sonra, herhangi bir zamanda gerçekleşemez miydi, işte bunu kurmaktan vazgeçemiyordum, fırtınalardan kurtulup, benim sakin limanıma sığınır mıydı Yiğit Kaptan?

Viyana’dan döndükten sonra gelip ağladı omzumda, zürafa karısından ayrılma aşamasına gelmişler. Ben daha da çok ağladım, o mutsuz diye. Hatasını anlamış mıydı acaba, onun için mi koşmuştu bana? Neden karısının değil de benim omzumda ağlıyordu? Soğumuş karısından, bir çocuk olsa da ortada, bu evlilik sürmezmiş artık. Sürmesindi tabii, zararın neresinden dönsek kârdı… Şartmış bu evliliğin bitmesi, şarttı elbet… Çünkü bir sevdiği varmış Viyana’da! Çünkü o yalnız kalamazmış, kendini anahtarsız kilit gibi hissedermiş, sabahsız gece, kapaksız tencere gibi, yuvarlanıp kapağını bulmadan edemezmiş.

Viyana’dakiyle evlendi. Kendisine şans getirmiş o, iyi ki birinciden ayrılmış… Yıldızı parladı, iş kurdu, zenginledi, babadan da vardı zaten. Beş on yıla kalmadan ondan da ayrıldı. E tabi şansı da geri döndü ve ben hep yanındayım, iyi günde kötü günde, ölüm ayırıncaya dek herhalde. Yetmedi üçüncü, onunla da diğerlerinden farklı olmadı, birörnek evlilikler; bari eline ayağına sahip ol da çocuk yapma her birinden! Ne yapsın onun zaafı da kadınlaraymış, bir çift güzel göz bulmayagörsün hemen teslim oluyormuş, bir biz teslim alamadık çöpten kalesini.

Yiğit’in fazla içmesine izin vermedim, hâlâ kıyamıyordum ona. Üzgündü. Yine aynı terane, bir kadınla tükettiği ilişkinin dayanılmaz hafifliği. Kadınlar onu anlamıyormuş, hiçbiri ruhuna dokunamıyormuş, yeteneksiz kadınlar… Kıskançlık illeti olmayan birine rastlamamış daha, vara yoğa kıskanacak ne varsa, geri zekâlılar…

İyice döktü içini rahatladı, koca ergen. Son çıktığı kızla küsmüşler, telefonlarına, mesajlarına cevap vermeyecekmiş. Başka biri varmış, o daha idealmiş, iyi anlaşıyorlarmış. Bildiğim gibi, asla yalnız kalamıyormuş o, dövüşe, sevişe, savaşa geçiyormuş hayat. Hiçbir şey yapmadan da, beklerken de geçiyordu.

“Sende kalabilir miyim” dedi, acayip bozukmuş morali, yalnız kalmaya tahammülü yokmuş bu gece. İlk defa bende kalacaktı Yiğit. Aksi gibi kombi arızalıydı, bir odayı akşamdan akşama elektrikli radyatörle ısıtıyordum. Olsun, ne olacakmış, aynı odada yatarmışız. İçim bir hoş oldu, aynı odada, nefesini duyacaktım, uyku haram bana… Yiğit’in aklında başka bir şey mi vardı yoksa? Yok canım, ne olacak, akıl mı var onda!

Sıcak kahvelerimizi içince ısındık, sohbet ettik oradan buradan. Tek olarak ilk defa geliyordu evime; uzun bir seyahatten dönmüş, evin ikinci sahibiydi, öyle de yakışıyor… Kombiye bir bakmak istedi. Hafta sonu gelip yapacaklar, dediysem de ısrar etti, makine dediğin her türlü zımbırtı ondan sorulurmuş; uğraştı, olmadı. Sevindim. Erkek arkadaşımın pijamaları yok muymuş, versem de giyinseymiş. Yoktu, çıplak yatardı o…

İzin isteyerek elinden bırakmadığı telefonda mesaj yazdı durdu, ben de yarım kalan toplantı notlarımı tamamladım, çıkardım. Ona da bir okumak istedim, kafasını salladı, ben hâlâ takdirini kazanmak isteyen o aptal kız. Gözlerimi kaldırıp baktım ki, mesaj yazıyor sırıtarak, nasıl iyi bir cevap olmamış mı: “Anadilimden daha iyi bildiğim, gözbebeğinin dilidir, tek yalan bilmeyen de bebeklerdir,” demiş kıza. Ya, iyi cevaptı, o ne demişti, onun ne dediği önemli değildi.

Kız arkadaşını çağırsa olur muymuş? Çağırsın da, üçümüz aynı odada mı uyuyacaktık? Ne olacakmış ki, oturur sohbet edermişiz sabaha kadar, uykusu gelen de kıvrılıp uyusun, yabancı mıydık biz… Görsem çok severmişim. Çağır, Yiğit, çağır, dedim. Ben de üstümü değiştirdim, kalmak için bir arkadaşıma telefon ettim.

Ayakkabımı giyerken telefonu gözüme soktu Yiğit, uçuşan, birbirine karışan harfleri, kelimeleri okuyamadım. Ne? Üzgün, iki yana salladı başını “Gelmiyor,” dedi. Tüh tüh vah vah yazık, ne olacak şimdi? Aklı olan gecenin bir yarısı yatağından kalkıp da gelmezdi elbet, herkes ben mi ki her yorulduğu yere bir han yapsın!

“Özgecan, seninle yatsam olur mu?”

Neden?

“Soruya bak, insanlar neden yatar birbiriyle?” İnsanların birbiriyle yatma nedenleri bir miydi? Eh yüzde doksan birdi… “Acayip yalnızım bu gece, korkma yapmam bir şey.”

Korkmayacakmışım, yapmayacakmış bir şey…“Yalnız yapamıyorum, yanımda biri olmadan olmuyor, nefesim kesiliyor, dokunduğum biri olacak.”

Dokunulmazlığım vardı benim.

“Olsun, daha iyi, severim yasak delmeyi,” dedi, sırıtarak.