Bir Yılbaşı Gecesi
Leylâ Serpil
Önce alışveriş listesini hazırlamalı. Onun için de neler yapacağına karar vermeli. Masanın başına oturdu. Önüne boş bir kâğıt koydu. Bir eline kalemi aldı, öbürüne yanağını yasladı, uzun uzun düşündü. Tamam, karar verdi, bu kez deniz mahsulleri üzerine bir menü hazırlayacak. Çok mu pahalıya malolur acaba? Eh oluversindi canım, senede bir kez.
Karides güveç, kalamar tava, ahtapot salatası… mezeler yeter bu kadar, abartmaya gerek yok. Daha balık var, bol yeşillikli bir mevsim salatası. Güzeeel. Beğendi menüyü. Aaa tatlı? Çikolatalı sufle nasıl olur? Ya da şöyle konyaklı filan bir meyve salatası. Boş ver, şarap içilecek zaten, konyağın lüzumu yok. Suflede karar kıldı. Listesi tamam.
Kalktı, mantosu, şapkası, çantası, eldivenleri, kapıyı üç kez kilitledi neme lazım, yılın son günü hırsız mırsız. Tıkır mıkır yollara düştü. O market senin, öbürü benim girdi çıktı, girdi çıktı. Paketleri arttı, kolları koptu ama liste de tamamlandı. Yorgun ama huzur içinde evine döndü. Paketleri yerleştirdi, soyundu, kendini duşun altına attı.
Sıcak suyun bedenine ve ruhuna saldığı hoşlukla kıpır kıpır oldu ve önce varoluşuna, sonra sağlığına, üstünde bir çatısı olduğuna, musluklarından sıcak su aktığına, yepyeni bir yıla girecek olduklarına, daha birçok şeye şükretti. Banyodan çıktı, giyindi, kuaföre gitti. Her yılın sonunda saçlarını değişik bir renge boyatırdı, seneye bir yenilikle başlamak için. Bu kez koyu kızıldı aklındaki renk. Bakalım İbrahim ne diyecek buna?
“Oooo ablam gelmiş. Bu sefer ne renge boyayacağız canım ablacıım?”
“Ay İbrahim… koyu kızıl olsun diyorum, yakışır mı? Ne dersin?”
“Sende bu güzellik varken yakışmamak diye bir şey olabilir mi ablacığım.”
“Ee hadi o zaman. Çok heyecanlıyım bakalım neye benzeyecek!”
Saçları boyanırken dükkândaki moda dergilerinden birini uzun uzun inceledi. Mankenlerin taşıdıkları kıyafetlere hayranlıkla baktı. Tepesindeki işlem sona erince de aynaya kaldırdı bakışlarını. O zamana kadar bakmamıştı ki sonuç sürpriz olsun. Keşke iki saattir o güzel kadınlara bakıp durmasaydı. Aman canım artist değil ya, o da kendi çapında fena sayılmaz işte. Karşısındaki kızıl saçlı kadına hoşnutlukla gülümsemeye çalıştı.
“Sağol İbrahimciğim güzel oldu.”
Parasını ödeyip çıktı. Fırına uğrayıp ekmek aldı. Bu akşam erken yatmalı, yarın ne de olsa gece yarısı bulunacak. Tatlı bir heyecan yüreğini yaladı. Yepyeni bir yıl başlıyor… ne güzel! Hiç kötülüğe bulaşmamış, masum,genç, dinç, dipdiri bir yıl… kim bilir hangi sürprizlere gebe. Yeni tomurcuklanan bir kardelen gibi kışın tam da ortasında topraktan boynunu uzatıp patlayacak ve günbegün açılıp gelişecek. Yaşama ne güzellikler katacak kim bilir. Aklına kötü bir şey getirmeyecek, söz verdi kendine… hep güzel şeyler. Şimdilerde herkesin dilinde şöyle sözler; “İyi düşün iyi olsun” ya da “İyiyi çağır, gelsin.” Bir bildikleri vardır elbet.
Aaaa kırmızı don. Hay Allah nasıl da unuttu. Tam eve yaklaşmışken geri döndü, ileride cadde üstündeki çamaşırcıya uğrayıp, bol dantelli can alıcı kırmızılıkta bir don seçti. Eve dönünce de hemen giydi, bir prova, neme lazım, yemek telaşıyla unutur munutur da yeni yıla onsuz… Boy aynasında tombul kalçalarını yarım yamalak örten kıpkırmızı dantelalara da kuaförde yüzüne bakarken içinden geçen duyguyla baktı. Her şeyi yoluna koymuş olmanın huzuruyla yemeğini yiyip erkenden yattı.
Ertesi sabah uyandığında yüreğinde hoş bir tıpırtı, sanki bir kuş kanat çırpıyor. Neşeyle kalktı, giyindi, çay, kahvaltı, evin toparlanması filan en son saat 11’de her gün yaptığı gibi sabah kahvesini de içip mutfağa daldı. CD çalara Kubat’ın son albümünü koydu, mutfakta iyi gidiyor, hareketli. Tatlı çocuk canım. Türkülere eşlik ederek, arada bir oynayarak keyif içinde yemeklerini pişirdi.
Yorulmuştu, sallandırma çayını alıp koltuğa oturdu. Televizyonu açtı, aaa Esra Erol bugün de varmış. Bir sevindi bir sevindi programa daldı gitti. Akşam oldu, sofra kurulacak. Yuvarlak antika masaya annesinden kalan kenarları sırma bordürlü pembe dantel örtüyü serip tam ortasına anneannesinden kalan antika gümüş şamdanı kondurdu.
Babaanneden kalan altın yaldızlı tabakları ve gümüş çatal bıçakları güzelce yerleştirdi. Kristal şarap kadehlerini ve havalansın diye şimdiden şarabını doldurduğu takım sürahisini de yerlerine koydu. Mezelerini mutfaktan masaya taşıdı. Her şey tamam. Odasına gitti, giyindi. Kırmızı ipek bluzu, siyah kadife eteği, ayağına sivri burun sivri topuk atkılı pabuçlar. Kızıl saçlarını şöyle biraz kabartıverdi, gece yatınca basılmış ne de olsa. Salona döndü. Masaya oturup bardağına şarap koydu, mezelerden başladı. Bakışları ekrana dikili, arada bir kanal değiştirerek, her bir yudumun ve lokmanın hakkını vererek, tadını çıkararak yemeye, içmeye başladı. Yemek bitince sofrayı topladı, kendisine bir meyve tabağı hazırlayıp televizyonun tam karşısındaki koltuğa kuruldu. Güldü, eğlendi, hüzünlendi. Zaman da aktı gitti. Ekrandaki telaşı fark edince saatine baktı, aaa 12ye 5 var.
Hemen fırladı, üzerine bir şal atıp balkona çıktı. Komşular da balkonlarına pencerelerine çıkmaya başladılar, ailecek, ya da arkadaş guruplarıyla. Biraz hüzünlenir gibi olduysa da hemen üstesinden geldi. Tanıdıklarına el salladı. Saat 12. Kutlama çığlıkları ve havai fişek patırtıları göğe yükseldi. Her yer rengârenk oldu. Sevindi, alkışladı, zıpladı çocuk gibi. Sonra etraf sakinleşti, ışıklar azaldı, sesler kesildi. Yeni yıl coşkusu usul usul yok oldu. O da yavaşça evine çekildi, kapısını kilitledi. Televizyonu kapadı. Odasına girip soyundu. Kırmızı donuna gülümseyerek, gözlerinde kıvılcımlanan bir umutla baktı. Geceliğini giyip yatağına oturdu. Avuçlarını birbirine birleştirip çenesine yaklaştırdı. Bakışlarını yukarıda bir noktaya dikti ve kısık bir sesle mırıldandı: Bana bahşettiğin tüm nimetlere teşekkür ederim Tanrım.
Usulca yorganın altına sokulup gözlerini yalnızlığına kapadı.
(2016)