İlkay Noylan Öyküsü Üzerine
M.Sadık Aslankara
İlkay Noylan, ilk öykü kitabı Dokunuşlar’ı (Kanguru, 2007) on yıl önce okur önüne çıkaran, bu arada dergilerde öykü yayımlamayı sürdüren bir yazar. Bizimle paylaştığı öyküsü “Sobe”, insanı sımsıcak sarıp kuşatan, içten, duru anlatımıyla dikkati çeken kısacık bir öykü.
Yazar, asansör kapısı önünde, kabinin gelmesini beklerken anlatıcının ergen çocukla bir dakikayı bile bulmayacak sürede yaşadıklarını paylaşıp aktararak kuruyor öyküde çatıyı.
Gerek anlatıcının gerekse çocuğun cinsel kimliğinin, özellikle örtük tutulduğu görülüyor. Okur, kimi ne olarak algılamak isterse öyle. Örneğin çocukta pantolon, saç, yüzdeki çiller onun daha çok oğlan olarak resmedilmesinin önünü açmakla birlikte bunun yanında ağırbaşlılık, kırmızı renk, dil çıkarma ergen çocuğun bir kız olarak algılanabilirliğinin de önünü açıyor bana göre.
Aynı şekilde anlatıcı da ayrıntılara dönük dikkat, ütüdeki tazelik, sabun kokusu, “klişe” bağlamında alınabilecek ilişkileniş kolaylığıyla kadın oluşun imlerini döşerken bu arada kendi çocukluğundaki yaramazlık vurgusundan yayılan dokuyla da anlatıcının erkek olabileceği algısı çıkıyor ortaya.
Öykü zaten, enikonu bir tersinileme getiriyor âdeta okur önüne. Asansör kapısına “kondurulup da unutulmuş heykel” duruşlu çocuk, anlatıcının geçmişe dönüşünde önemli bir göndergeye dönüşüyor çünkü. Kendi çocukluğuna dokunabileceği bir yakınlıkta bulmuştur onu anlatıcı.
Ne ki tüm dikkati çocukta olsa da, algıları anlatıcıyı kendi çocukluğuna götürmüştür. Şimdiyle geçmiş arasında salındırır okuru bu durum. Yazarın, bunu hünerli bir biçemle işlediği söylenebilir. Kuşkusuz bu gelgit, okuru da kendi geçmişiyle şimdisi arasında bir salıncağa davet ediyor. Böylelikle öykünün kendi içindeki salınım dışa açılıp, öyküyle okur arasına da kayıyor hoş bir biçimde.
Yazarın asıl başarısı burada bana göre. Gerçekten de öykü, bir yandan kendi dolantısını sürdürürken okuru bu dolantıya katıp asansör önüne çağırıyor, sonra anlatıcıyla kol kola tutuşturup birlikte kendi ergenliklerine bakmasının önünü açıyor. İlkay, öykünün yüksek ısıda okunmasının önünü açıyor sonuçta.
Bu durum, “an”a dayalı öykünün nasıl kurulup yapılandırılabileceği, geliştirildiği üzerine bir kez daha konuya yaklaşmanın, düşünce tazelemenin de önünü açıyor.
O halde, buyrun “Sobe”lemeye…