ÖYKÜ KÜRSÜSÜ: M.S.Aslankara; M.Bülent Bingöl Öyküsü Üzerine

M.Bülent Bingöl Öyküsü Üzerine
M.Sadık Aslankara

M.Bülent Bingöl’ün “Bana Gelen Mektuplar Bölümü”ne aldığım satırlarına da göz atmanızı diliyorum. İncelikli yansıtımıyla dikkat çekici, bizleri bir kez daha ürün yayımlama sorunsalıyla yüzleştirici iç dökme satırları bunlar…

Öykü yazma, sorunun ilk aşaması. Bunu başarmak, bunların dergilere gönderilip yayım olanağı bulmasını beklemek yani dergilerin öykü sınavından geçerli not alarak bunu başarmak ilk iş; ilk görücüye çıkma. Hadi diyelim kendi kendinize kanıtladınız, öykü yeteneğiniz olduğunu, öykü yazabildiğinizi, hatta bir ikisini dergilerde yayımlayıp sonuçta sınavı başarıyla verebildiğinizi…

Ya kitap? İlk kitap nasıl yayımlanacak? Nasıl aşılacak o dev sorun?

Kitap yayımlama işi daha da farklı. “Kâğıt tüccarı” olarak görülen, işi ticarete dökerek salt kazanç amacıyla her türlü dosyayı kitaplaştıranlar var günümüzde. Şu soru hâlâ ortada duruyor yine: Yayın dünyamızda ağırlığı olan, yazınsal kamuoyunda ciddiye alınan yayınevlerinin yayımladığı her kitap değerli, yazınsal değere bakmaksızın her dosyayı yayımlayan yayınevlerinin bastığı hiçbir kitap değerli değil, gibisinden önerme kurulabilir mi?

Kuşku yok ki yayımlanan kitaplarda yazarların adları kadar yaşları, cinsiyetleri, hatta fizikleri de önem taşıyordur, bilemem, ama bildiğim kendisini yazar olarak görüp kitap yayımlamak isteyen herkesin bir biçimde bunun yolunu bulabiliyor olması. İşte yazınsal açıdan aklın alamayacağı durum bu! Bedel ödenerek yayımlananlar dışında kimilerinin bu uğurda yayınevi kurduğunu, bana gelen iletilerden, mektuplardan öğreniyorum.

Yazın yolunda direten, ama dosyaları ciddi yayınevlerinden sürekli geri dönen yazarın şansı nedir peki bu konuda? Ciddi bir sorun bu… Bildiğim bir gerçeği söyleyeyim: yazarlıkta karar kılmış, bunu yaşamının değişmez tutkusu yapmış birinin kitabı günün birinde elbette yayımlanır. Ancak beklemekten etkilenmeyecek ölçüde ekonomik düzeyiyle de güçlü olması zorunlu kişinin…

 

Geçelim Bingöl’ün öykülerine… Bingöl de tek öykü yerine öykü dosyası gönderenlerden. Bunlardan yayımladığı, adını andığı üç öyküden biri (“Keman”) dosyada yoktu ama öteki ikisini okudum, yedi öykü de ben ekleyip bunlar arasından seçtim öyküyü.

“Öykü Kürsüsü”nde onun bu öyküsünü okudunuz veya okuyacaksınız. Şimdi bu öyküye dönük değerlendirmeye ayırayım artık sayfayı.

Bingöl, yirmi dört öyküden oluşan dosyasını daha öncelerde ulaştırmıştı bana. Mektubunda dile getirdiği bir durum var, diyor ki, “Edebiyat dergileri, biraz, ‘mizahi’ yaklaşımdan hoşlanmıyorlar galiba. Ya da ciddiye almıyorlar.”

Bülent’in okuduğum öykülerinde gülmeceye çok yaklaşılan, neredeyse böyle algılanabilecek yansıtım olsa da bana göre bunların hiçbiri gülmece öyküsü değil.

Gülmece öyküleri bir kalıp yönünde ilerleyen anlatıdır; düz değiştirime dayanır bu nedenle. Oysa okuyabildiğim öykülerde yazar, düz değiştirim yerine soyutlayıma, dönüştürüme yer açarak örüntülüyor anlatısını. “Vagon” da buna uyan bir örnek.

Üzeri örtük bir kara anlatıyla içlidışlı olduğu düşünülebilir öykülerin ama gülmeceyle değil. Kaldı ki Bingöl’ün anlatıları bir yanıyla saçmaya dek varabilecek aykırı gerçekçilikle de kol kola. Grotesk anlatım diyelim. Ama güldürü değil, “aykırı”, o kadar. Tiyatroyla içlidışlı olduğunu ayakları yere basan söyleşimler de ele veriyor zaten. Kendisi yerine karakterlerini konuşturmanın hünerini edinmiş, diyeceğim. Bunların ardından “Vagon”un,  bir tür uyumsuz tiyatro örneği olduğu bile söylenebilir.

Bu öykülerin gerek evrenleri gerekse karakterleri dikkate alındığında, biçem göz önünde bulundurulduğunda, uzaklardan da gelse bizden yer yer Sait Faik’le Cemil Kavukçu, dışarıdan Hemingway’le Carver esintileri duyulabilir. Derbeder bir adam, kendi iç çeperlerine kapanmış hep aynı döngü içinde yuvarlanan, çıkışsız görüntü veren karakter aracılığıyla tanıdığımız, her kezinde bizi alabildiğine aykırı bir gerçeklikle buluşturan, okuru bu yüzleşmeyle birlikte yaşananların ardına taşımayı başaran bir öyküleme.

Sonuçta onca bol diyaloğa, birbirine benzemez buluşturmalara, saçma gelebilecek açılımlara karşın hafife alınamayacak bir biçem, öyküleme.

Direneceksiniz Sevgili Bingöl. Biçemsel açıdan kendine özgü çizgi yaratma eşiğine gelmiş bir yazarın bu direnci göstermesi zorunlu kanımca.