ÖYKÜ KÜRSÜSÜ; M.S.Aslankara; Vildan Ertürk Öyküsü Üzerine

VİLDAN ERTÜRK ÖYKÜSÜ ÜZERİNE

M.Sadık Aslankara

Vildan Ertürk, eski bir arkadaşım. Bir ressam, yazar, “sanat eleştirisi” alanında çalışmalar yürüten bir akademisyen.

Onun ilk öyküsünü yirmi yıl kadar önce, o sıra yayımlanan Düşler Öyküler dergisinde okumuştum.

Bu kez öykü gruplarındaki arkadaşlarıyla birlikte yayımladıkları iki seçkilerini ulaştırdı bana: Öteki Sesler (Derleyen: Olga Ünal, H2O, 2023), Var mıydık? (Kuzey Işığı, 2023).

Bunlardaki öykülerini okudum hemen Vildan’ın. Eskiden bu tür seçkileri de yapıt bütünlüğünde ele alır değerlendirirdim, artık hiçbir seçkiyi baştan sona okumuyorum, diyebilirim. Seçki olgusu, süreç içinde bir yanlışa doğru savruldu görece kendiliğinden.

Vildan, seçkilerde yer alan bir öyküsünü de ayrıca gönderince, “Öykü Kürsüsü” örneklerinden biri yapayım dedim bunu: “Faraş Dolusu Yamuk Yüz”.

Yan sayfada Vildan’ın bu öyküsünü okudunuz, okuyacaksınız.

İlk bakışta göze çarpıyor; bir iç-ses öykülemesi “Faraş Dolusu Yamuk Yüz”. Çocuklukla erişkinlik arasındaki ince çizgide, iki farklı zamanın sarkacında git gel bizi bu zamanlara, uzamlara bağlayan eşikte anları, olguları sonra bunları ilişkilendiren görüntüleri, arka arkaya birbiri üzerine ekleyerek geliştiriyor yazar öyküsünü.

Belirgin, vurucu olay ne peki; aynanın kırılışı. Anlatıcı, çocukluğunda kazayla kırmıştır aynayı, ama aradan yıllar geçtikten sonra bu kez bilinçle kırılışına tanık oluyoruz aynanın. Üstelik bu kırılışta başa kötü bir iş gelebileceği endişesinin hurafesi ekleniyor metne, yazar da öyküdeki ana damara anlatısal gerginlik yüklüyor böylece.

Anlatıcı, çocukken kırdığı ayna için annenin “uğursuzluk” yakıştırması yaparak söylediğini unutmamıştır:  “Kim bilir ne olacak?”

Bunun ardından babanın kaza geçirdiği haberi gelir, aynanın kırılışı bir kehaneti mi ortaya çıkarmıştır yoksa hurafeyi mi doğrulamış olmuştur?

Nitekim yıllar sonra anlatıcı, bir sabah aynada yüzüne bakıp da, yüzünde bir çarpılmayla karşı karşıya kalınca, başa gelen bu türden fiziki “uğursuzluk” sonrası, bu kez salt gerçekliği gösterdiği için, çocukluğunda kırılan aynanın da adeta öcünü almış, fırlattığı sabunlukla kaza gibi görünse de aslında bilinçle aynayı kırmıştır,

Kırmak istemiştir, kırmalıdır, çünkü gözü, “sabit bir noktaya bakıyor” haldedir. Uğursuzluk, ayna tarafından hem de gözüne tutulmuştur özellikle.

Sağ göz mü sol göz mü, baba da kazada bir gözünü yitirmiştir, öyle ya. Sağ göz mü sol göz mü peki.

Böylelikle bir “diyet” hikâyesinden içeri adım atıyor havasında bir çağrışım gezindirir Vildan, demek ister ki: “Daha önce kazayla kırıldın, sen bana yine de derin acı yaşattın ama, şimdi ilkönce uğursuzluk gösteriyorsun aklınca, o halde kırılmalısın ki, bu uğursuzluk gerçekten yerini bulsun.”

Ancak “göz” ortada kalmıştır.

Daha doğrusu anlatıcı, ağırlığını yıllardır koruyan üzerindeki bu yükün altında, iç ezikliğiyle yaşıyordur, biz öykünün bitiminde anlatıcının vicdanıyla yüzleşiriz sonunda.

Ne ki yine bir sonuca ulaşamamıştır anlatıcı, bir gözü bantlıdır, ötekiyse kırık ayna parçalarının her birinde “yamuk yüz”le birlikte faraşa dolmaktadır.

Faraşa dolan yamuk yüzlerle birlikte iç-ses de sürer, sürer, sürer.

Yalın, ama doygun bir iç-ses öyküsü…