ÖYKÜ KÜRSÜSÜ; Nazmi Özüçelik; ‘Önsöz’ – Öykü

ÖNSÖZ

Nazmi Özüçelik

Önce, önsözü bana bırakma inceliğini gösteren yazarımıza bu demokratik davranışından dolayı teşekkür ederim.

Bu romandaki diğer karakterler gibi (‘kahraman’ diyerek kendime bir paye vermek istemem) beni de o yarattı.

Kitap kurtlarının bildiği gibi, bir romanda baş karakterlerin başından geçen olaylar ve sözleri, yazarın yaşamından ve düşüncelerinden izler taşır. Buna ‘otobiyografik unsurlar’ diyen eleştirmenler de var. Deneyimsiz ilk günlerimin aksine, ben yazarımızın geçmişte yaşadığı bir olayı bana  yaşatmasına çoktan alıştım. Bırakın olayları, zar zor anımsadığı duygularını bile yeniden canlandırıp bana ve diğer roman arkadaşlarıma yapıştırabiliyor. Yazarımızın bizi yaratma nedeninin, kendini daha iyi tanıyabilmek olduğundan bile şüpheleniyorum.

Bu namussuz yazarlar bu konularda çok da yetenekli oluyorlar. Namussuz derken argoya yaslandığım sanılmasın. Sevecen bir edayla söylüyorum. Çocukluğumun anlatıldığı sayfalarda okuyacağınız gibi, yan komşumuz olan ve hayvanlarıyla aralarına bir perde çektikleri tek odalı ahırdan bozma evlerinde yaşayan Salli Abla’mız (asıl adının salı günü doğduğu için Salı olduğunu ve kapısının önünde, çamurlu sokakta nefis tandır ekmekleri yaptığını da öğreneceksiniz), biz mahalle çocuklarını hep ‘namıssızlar!’ diye severmiş. Hayatıma ait bu ayrıntıyı yazarımız yazmasa öğrenemezdim. Kendisinin benim için kullandığı bir sözcüğü benim de ona yakıştırmamdan dolayı alınmaz sanırım.

Romandaki yaşamımın yazarımızın yaşamıyla şu veya bu sayfada kesişiyor olduğunu söylemiştim. Ben o oluyorum, o ben oluyor, ben ben oluyorum, sonra ben gene o oluyorum. Ne yapalım; hayat bir oyundur; hayatın bir oyun olduğunu bilmeyenler için bile, bunu düşünmeye vakti olmayanlar için bilebir oyundur hayat. Biz de içindeki oyuncularız. Her oyun gibi hayatın da kuralları var. Ve bunlar zaman zaman biz karakterler için acı verici cinsten. Yazarımızın, bu romanında yaşamın ağırlığını, edebi gerçekliği yeniden düzenleyen özgün biçemiyle hafifletmesi okuyucu tarafından -eminim- fark edilecektir.

Yazarımız, bir edebiyat söyleşisinde,yazı hayatının evreleriyle ilgili bir soru üzerine diyor ki: “Yazarlığımın ilk yıllarında söylemek istediğim şeyleri söylemek için yazdım. Zaman içinde, kitap okuya okuya edebiyatın bambaşka bir şey olması gerektiğini kavradım. Şimdi artık, söylemek istemediğim şeyleri söylemek için yazıyorum.” Biz roman karakterleri ve siz okuyucular ne kadar şanslıyız ki, yazarımızın olgunluk döneminde yazdığı bir romanda karşılaşıyoruz. Unutulmuş bir romanın unutulmuş sayfaları içinde unutulmuş bir karakter olmayı kim ister? Doğrusu, öyle olacağıma, Cemal Süreya’nın şiirinde bir dize olmayı yeğlerdim: O zaman daha fazla unutulmaz olurdum.

Son olarak, eklemeliyim ki, bir roman karakteri olarak önsözde söz söyleme fırsatını, elinizde tuttuğunuz kitabın, okurken kolayca etiketleyebileceğiniz gibi, postmodern bir roman oluşuna borçluyum. Bu tarzın yabancısı olan okurları iyi niyetle uyarmak isterim: Şüphede kalacak, şansa bağlı karakterler olduğumuzu görecek, bazı duyguları adlandıramayacak, kurgunun kuruluşuna anlam veremeyecek, düzen yerine kaosla karşılaşacak, okuduğunuzu başkalarının anladığından farklı anlayacak ve kitabı bir tamamlanmamışlık duygusuyla bitireceksiniz.

İyi okumalar.

Ocak 2020

Z.Z.