ÖYKÜ KÜRSÜSÜ; Özlem Çam; ‘Sevgilimin Sol Eli’ – Öykü

Sevgilimin Sol Eli
Özlem Çam

Meşgul olan sağ elini kendine bıraktım, ben sol eli ile aşk yaşıyorum sevgilimin. Eh olgun insanların kendi yağı ile kavrulmayı bilmeleri gerek değil mi? Kendi hayalleri ve aklındaki aşk ile kavrulmayı… Tabelacıdır sevgilim ama aslında ressam olmak istermiş, olmamış. Orta boylu, sarı saçlı, ela gözlü ve iyi kalplidir. Pek romantik değildir sağolsun. Olsun, sağ olsun da ben elini tutayım.

Elleri bir erkeğe göre küçük sayılır, pek kibarcadır. Parmakları uca doğru incelir, uzun ince dikdörtgen tırnakları vardır. Çiziği, sıyrığı eksik olmaz ama çalışan elin kaderi bu, yakışır. Parmakları üstündeki tüyler fazla değildir, yeni çıkmaya başlamış çim gibi ince ve narindirler. Parmak içlerimle onları okşamayı severim ama gıdıklanır, kızar bana hafifçe. Yine de ara ara denerim şansımı, o el benim değil mi, bana ne! Sağ elinde ya fırçası, ya çayı ya da kitabı olur. Bununla kimse evlenmemiş çok kitap okuyor, deli olmalı, diye. Kadınlar normal koca istiyor demek ki kahveden leş gibi sigara kokarak dönen. Böylece; bana kalmış benim aşkım, ben de deliyim, kınagecemden kaçtım, o kırmızı örtünün altında nefes alamadım. Üstelik de anlaştığım çocukla evlenecektim, ama daha on dokuz yaşımdaydım, oh iyi ki kaçtım boğulmaktan. On altı yıldır bir kere bile pişman olmadım bundan. Okumasını çok severim onun, beğendiği yerleri bana da okur, ya bir ressamın hayatını, ya roman, ya alet makine kılavuzu. Kışsa yatağına uzanır, yazsa bahçedeki hamağa. Aman, iyi ki bu küçük bahçe var, yoksa boya, tiner kokusundan milletin sarhoş kocasına dönerdi benim aşkım da. Turuncuya yakın saçları var iyi ki, yazın belirginleşen çilleri de var bu sayede.  İlkokulda da hep çilli oğlanları kızdırırdım beni kovalasınlar diye. Ne fenaydım. Ama güneşte çıplak çalıştıkça sırtında, omuzlarında da çiller oldu, onların kansere dönüşme riski varmış, elimde tişörtle peşinde koşarım, giymez, güneşten korunma kremi alırım sürmez. Huysuzdur her erkek çocuğu gibi. Sonunda ben de pes eder yazın sıcak kucağına terk ederim onu, üstüne çay bile demlerim ona. Çalışırken, okurken, sohbet ederken mutlaka azıcık tomurcuk çayı katılmış devlet çayı içeriz biz. İnce belli bardakta… Porselen demlikte on beş dakika demlenmiş çayın üçüncü bardağını bayat sayar içmeyiz.

“Seni her gördüğümde,” derim ona, “baharda ilk papatyayı, ilk gelinciği, dalda ilk eriği bulmuş gibi seviniyorum.” O güler geçer, bilirim, hoşlanır da belli etmez. Bir keresinde ben senin yüzünü hiç göremeyecek miyim, ne olur sakallarını kessen dedim, kabul etmedi. Üç gün sonra baktım bana öpmelik yanaklar açılmış, güya sigara yakarken bıyığının ucu yanmış da mecbur kalmışmış. Gizli romantiktir benim aşkım. Ne yüzünü ne içini benden saklayabilir, kıyamaz bana.

Gelelim sol ele. En çok küçük parmağını severim, diğerlerine doğru yatıktır biraz; romatizmalı dedeminki gibi. Çocukken kırılmış o parmak da, benim gibi… Sırdaşım o benim, en çok onu öperim. Babasıyla bahçelerine kömürlük yaparken briket düşürmüş üstüne

benimki. Hiç kızmamış babası, “Olsun, gülü seven dikenine katlanır!” demiş sadece. Onun yanındaki parmak sahibinin inadı sayesinde özgür kalmış, alyans denen halkayla boğulmamış hiç, ona da saygım büyük. Orta parmağı biraz asidir, sinirlendi mi olmadık hareketler yapar, eh olsun o kadar. Dayak atmaz, bağırmaz canımın içi, sinirlenince kıpkırmızı olur sadece. Konuşur da konuşur, kimseye zarar vermez. En sonunda,  ağzından aldığı derin bir nefesi burnundan verir ve susar. Bir daha konuşmamaya karar verince de yapsan ağzını açmaz. Hele işaret parmağı; ondan efendisi yoktur, ne görgüsüzce farklı olanı imlemiştir ne de birine haddini bildirmek üzere suratına suratına sallanmıştır. Başparmağı bana benzer, tek başına hiçbir işe yaramaz. Ama onsuz el; ne çekiç, ne çivi, ne çay ne de kitap tutabilir. Bazen sıfır olmak bile çok değerli  rakamın doğru yanında durursak, öyle değil mi?

Her kadın gibi öyle gece gündüz yemek, temizlik yapmamı istemez. Hoş ben de istemem ama ruhumda var anamdan öğrendiklerim, bir erkek bunlarsız ellerimden uçar gider sanıyorum hep. Ne zaman bana ters ters baktığını farketsem kendimi ona annelik yaparken yakalıyorum. Üşüdün mü, terledin mi, acıktın mı, akşama ne pişireyim, ağır kaldırma belin ağrır, eğilme, doğrulma, nefesi önce al sonra ver… Ben böyle onu bunalttıkça o bana saçını aç, der, kırmızı elbisen sana çok yakışıyor der, senin bana yemek yapmanı değil kitap okumanı istiyorum der, acıkınca beraber gireriz mutfağa der. Tarağımla, fırçamla kovalarım sonunda ayıkladığım yeşil fasulyeleri…

Kimselerle ahbap değildir pek, birini ufak bir yanlıştan siliverir, bir daha da yüzüne bakmaz, çok korkarım beni hangi hatamdan silecek diye. Ama mutluluğumuzun sırrı evlenmememizde. Canım isteyince evine giderim, gitmediğim günlerin hesabını sormaz, kapıyı açınca hoş geldin der ‘’Niye bugün?’’ demez. Kıskançlığı unutturduk birbirimize, istediği kadını alsın evine, hiçbiri benim yerimi tutamaz. Kimse onu benim gibi kaşlarının üstünden, dudak köşelerinden, kulak altından koklayarak öpemez. Hangi kadın onun ellerinin kıymetini benim kadar bilebilir?

Ve mühim olan benim ondan başka bir adamı düşlememem. Esir kadınlar, adamıyla sevişirken bile başkasını düşler, hıh! Onu parfümsüz severim,  onu O yapan kokusuyla. Ter kokmaz onca çalışmaya rağmen, ince ruhludur. Bazen onu yıkarım bir ayin gibi, olmayan onlarca çocuğum onda can buluyor madem… Gözleri, kafası köpüklü bana sonsuz güvenmesi  acayip iyi gelir ruhuma. O  dikkatini toplayıp beni yıkayamaz ama bu kısmını anlatmama içimdeki annem engeldir, hoşgörün beni.

Ölümünden çok korkarım, O benim ölümüme dayanır, güçlüdür, okur, boyar oyalanır  ama ben onu kaybedersem çiçek gibi solarım. O ölünce ölemeyecek kadar güçsüz kalırım herhalde. Yok yok bunu düşününce bile delirecek gibi oluyorum hemen unutturmalıyım kendime.

Size anlatırken öyle bir canım çekti ki onu, ben çıkıyorum evden, gerisini siz hayal edin. Bahçesi otlarla kaplıdır, gidip oradan papatya, gelincik toplayıp masamıza koymalıyım. Sol elini yakalayıp onu çay içmeye ve daha neler nelere davet etmeliyim. Aman, acelem var, hoşça kalın.