ÖYKÜ KÜRSÜSÜ; Serkan Fırtına; ‘Ruh Bağışı’-Öykü

RUH BAĞIŞI
Serkan Fırtına

Ameliyata bir hafta kalmıştı. Doktorlar kafatasını açacaklar ve beynindeki ilerlemiş tümörü alacaklardı. Yatıştırıcı ve umut dolu cümleler kuranlara sessizce gülümseyerek tebessüm ediyordu. Çünkü biliyordu. Büyük ihtimalle bu dünyayı terk edecekti. “Hayatınız şu kadar gün veya ay sonra sona erecek, neler yapmak istersiniz?” diye yapılan kurgulamaları düşündü. İnsanlar böyle bir soruya bir sürü istek ve eylemle cevap verirdi. Gezmek, sevişmek, sevdikleri ile vakit geçirmek, yemek yemek gibi bir sürü şeyi düşündü. Çok yakında bu dünyaya elveda diyecekti. Ama aklına bu saydıklarından hiçbirini yapmak gelmiyordu. Organlarını bağışlamıştı. Bunun yeterli olduğunu düşünmüyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Altmış yıllık hayatına sığdırdığı en önemli şeyi düşündü. Bir sürü sıkıntıya rağmen kaybetmediği en önemli özelliğin “iyi bir insan olmak” olduğu aklına geldi. Evet, yaşamında bir sürü kötülükle mücadele etmek zorunda kalmıştı ve bu çirkinliklere karşı her zaman “iyi bir insan” olmuştu. Çocukken oyunlarda sürekli hile yapan arkadaşlarına karşı, çoğu zaman yalnız kalma pahasına, doğrudan yana olan tavrı geldi aklına. Okul hayatı boyunca, doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmayarak hep örnek bir öğrenci olarak gösterilmişti. Bilgiyi kendine saklayan bir bencil değil, paylaşmayı en önemli erdem sanan bir yardımseverdi. İnsanlara bildiklerini öğretmekten çekinmeyen, kimin derdi varsa yanında olmaya çalışan bir âdemoğluydu. Memuriyete başladıktan sonra, uzun yıllar hiç terfi edemeden aynı kademede kalarak emekli olması, başarısızlığından değil dürüstlüğünden ileri gelmişti. Dairedeki yolsuzluklara göz yummayıp, üstüne bir de tüm bunları ortaya çıkarması pek çok defa sürgün edilmesine yol açmıştı ama bildiği yoldan hiçbir zaman ayrılmamıştı. Erken yaşta evlenmiş çocuk sahibi olmuştu. Karısına ve çocuğuna her zaman anlayışla yaklaşan bir insan olmuştu. İş hayatında yaşadığı bunca sıkıntı ve yanlışlıklara hep onlar için katlanmıştı. Karısı ile ayrıldıktan sonra nafakasını düzenli olarak ödemiş ve onunla arkadaş kalmayı başarmıştı. Her şeyin yolunda gidiyor göründüğü evliliği karısının artık onu sıkıcı bulmasından dolayı sonlanmıştı. Bu kadar basit bir ayrılık sebebi olamayacağını düşündükleri için mahkemede şiddetli geçimsiz çift rolünü oynamışlardı. Oğlu başarılı bir bankacıydı. Kendisini kariyerine adamış modern bir kentli olmuştu. Ara sıra onun yanına gider, birkaç gün kalır, sıkılır tekrar evine dönerdi. Kahvehane alışkanlığı olmadığı için, kendisini sosyal etkinliklere vererek, bazı derneklerin faaliyetlerine katılırdı. Emekli olduktan sonra toplumsal eylemlerde daha çok yer almaya başlamıştı. Fikir gazetelerinde güncel siyasi konularda yazılar kaleme alırdı. Doğup büyüdüğü köyde çıkarılmak istenen madenlere karşı, çevre eylemlerini örgütlemiş ve başarı ile sonuçlandırmıştı. Son durağa yaklaştığını düşündüğü ameliyatı öncesinde bunlar geliyordu aklına… Bir ev dışında bırakacak mirası yoktu. Ama yaşamı boyunca inandığı değerler uğruna dik duran kişiliğini miras bırakmak istiyordu. Bir iki gün sürekli bunu düşündü. Organlarının bazılarının işe yaracağını biliyordu ama peki ya ruhu? İnsanoğlu ruhunu bağışlayabilir miydi?

Eski karısı ile buluştuğunda her zamanki gibi bir konuşma olmayacağı, yüzlerdeki ifadeden belli oluyordu. Kadın, üzüntüsünden ağlamak üzereydi ama soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. İkisi de sessizce ilk konuşmayı karşı tarafın yapmasını bekliyordu. Adam konuştu: “Ruhumu bağışlamak istiyorum” Kadın önce ne diyeceğini bilemedi. Konuyu geçiştirmeye çalışarak başka şeylerden konuşmaya çalıştı ama adam ısrarla, “Sence olabilir mi?” diye üsteledi. Kadın bu sefer kaçamayacağını anlayıp gülümseyerek cevap verdi: “Nasıl yani? Şaka yapıyorsun sanırım.” Adam uzun uzadıya, tüm gerekçeleri ile birlikte kadına neden böyle bir karar aldığını anlattı. Kadın son olarak, “Sen bilirsin ama kime nasıl bağışlayacaksın?” diye sordu. Adam hüzünle, “Ben de bunun cevabını arıyorum,” diye cevapladı. Aslında adam önce eski karısına ruhumu bağışlayabilir miyim diye düşündü ama kendisini sadece canı sıkıldığı için terk eden bir insana bunu layık göremeyeceğini düşünerek evden ayrıldı ve oğlunun yolunu tuttu. “Ne diyorsun sen baba? Saçmalama lütfen!” Oğluna konuyu açtıktan sonra gelini, kaş göz işareti yaparak kocasına bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Akıl sağlığını yitirmeye başladığına karar verdiler. Hem böylesine ciddi bir hastalığın, buna benzer sorunlar çıkarabileceğini okumuşlardı bir yerlerde… Ruhunu oğluna bağışlama düşüncesi, konuşurlarken orta yerde oğlunun telefondan borsa sonuçlarına bakması ile beraber kesintiye uğramıştı.

Kendini sokağa attı. Oğlunun ve gelinin söylediklerini hatırlamıyordu bile. Sanki sadece kendisi konuşmuş onlar hiç cevap vermemişlerdi. Peki, ne olacaktı? Ruh nasıl bağışlanabilirdi? Mahalleden çocukluk arkadaşı imama gitmeye karar verdiğinde uzun zamandır camiye gitmediğini hatırladı. Hâlâ görevde olan imamı caminin avlusunda cemaatle sohbet ederken buldu. Uzun zamandır görmediği arkadaşını, ameliyattan önce ziyaret etmek isteyen imam, onu bir anda karşısında görünce çok şaşırmıştı. Ölüme yaklaşan insanların içinde Allah ve ahiret inancının artmasına alışıktı. Böyle bir durumla karşılaşacağına emindi. Caminin içine girip yere çömeldiler. Adam, imamın konuşmasına pek fırsat vermeden, soruyu caminin konuşurken yankılanan boşluğuna bıraktı. “Ben ruhumu bağışlamak istiyorum. Dinde böyle bir şey mümkün mü?” İmam ilgiyle cevaplamaya çalıştı. “Dinimizde ve tüm ilahi dinlerde böyle bir şey yok. Ancak doğruluk ve dürüstlüğün bu dünyadan ayrılırken arkamıza bırakacağımız en önemli miraslardan biri olduğunu söyleyen hadisler var. Hem ahirette biz ruhumuzla Allahın huzuruna çıkacağız.” Adam merakla sormaya devam etti. “Peki, ben bir kişi seçsem ve ona kişiliğimi, ruhumu bağışlamak istesem, ruhumun ona geçme ihtimali hiç mi yok?” Adamın ısrarı karşısında imam ne cevap vereceğini şaşırdı. Önce bunun masum bir istek ve temenni olduğunu düşünmüştü ancak arkadaşının ciddi olduğunu anlamıştı. “Bedenimiz fani, önemli olan ruhumuzdur,” diye ilkokul çocuğuna bilgi öğretir gibi ciddiyetle konuştu. Adam, “Peki, bu kadar fani bir şey olmasına rağmen, organlarımızı bağışlayarak sevap kazanıyorsak, ruhumuzu bağışlayarak neden daha büyük bir sevap kazanmıyoruz?” diyerek imamı köşeye sıkıştırdı. Caminin penceresinden adamın uzaklaşmasını izleyen imam mihraba yönelmiş, cemaati, ruhlarını tutkularından arındırmaya davet ediyordu.

Yine sokaktaydı, başının dönmesine aldırmıyordu. Nasıl olsa ölmeyecek miydi? Ha şimdi ölmüştü ha ameliyat masasında… Ruhunu bağışlayacağı kim vardı bu yeryüzünde? Taksiye atlayıp arkadaşının avukatlık bürosuna geldi. Dava dosyaları ile boğuşan arkadaşı kendisini görünce ne yapacağını şaşırdı. Avukat en iyi arkadaşlarındandı. Bu hayatta kendisini en iyi anlayan kişinin o olduğunu düşünürdü. “Demek ruhunu bağışlamak istiyorsun. Hukuken bir sakıncası olup olmadığını bilmiyorum.” Gülerek cevap vermişti. Adamdan beklemediği bir şekilde sert bir bakışla karşılık bulunca şaka yaptığını söyleme ihtiyacı duydu. “Neden herkes şaka yaptığımı düşünüyor? Bu dünyada hep erdemli olmayı ilke edindim. Bu kadar erdemsiz bir dünyaya bırakacağım en büyük mirasın bu olduğunu düşünüyorum.” Avukat, arkadaşını anlamaya çalışarak onu kendine getirmeye çalışıyordu.”Sen bilime inanan bir adamsın. Bunun mümkün olmadığını benden iyi bilmen gerekiyor.” Bu sırada sekreter içeriye girdi. Randevu alan bir kişinin görüşmeye geldiğini iletti. “Biraz işim var. Sen dışarıda bekle, bir kahve iç. Kendine gel. Daha sonra konuşuruz. Hem, ameliyat öncesi böyle şeyleri düşünmemen lazım. Hayat devam ediyor dostum,” diyerek, arkadaşını geçiştirmeye çalıştı. Hiçbir şey söylemeden dışarı çıktı. Yine sokaktaydı. Hayatının en önemli kararını önem verdiği dostu ile paylaşırken her halinden boşanma davası olduğu belli olan bir konu için kapının kenarına itilmişti.

Eve varasıya kadar düşündü. Eğer bir yolu olsa bile ruhunu bağışlamaya değer birisini bulabilir miydi? Kapıyı açtı ve hemen salondaki kanepeye attı kendini. Yorgun olduğu için hemen uykuya daldı. Önce nerede olduğunu kestiremediği bir labirentin içinde buldu kendini. İlerlediği her köşede birçok zorluk yaşıyordu. Bazen yalnız kalıyor, bazen de hangi yöne gideceğini kestirmek için cesur kararlar vermek zorunda kalıyordu. Sonra eski karısı, oğlu, imam ve avukat arkadaşları bu karışık koridorun içine girmişlerdi. Ancak hiçbiri koridorlarda ilerleyemiyordu. Onlara yardım etmek istiyor ama bir türlü başaramıyordu. Bir süre sonra bir anda onlardan uzaklaştığını fark etti. Sonuna geldiğini düşündüğü her noktada yeni bir koridor başlıyor ve labirentin bölümlerini geçme mücadelesi devam ediyordu…