ÖYKÜ; Mesut Barış Övün; SADIK ASLANKARA’DAN ONDANCI; PENCEREDEN ADIMLAR

SADIK ASLANKARA’DAN ONDANCI: PENCEREDEN ADIMLAR

Mesut Barış Övün

Yaşamını bir pencerenin önünde sürdüren öykü kahramanı ne yapar, çaresiz, imgeleri işe koşar. Çünkü pencere önü çiçeklerine günışığı neyse, insana hayal gücü o! Hele söz konusu kişi bir çocuksa burada kahramanlık kazanılmış bir hak olur. Dışarda hayat akarken o sadece bu hayatı izler. Bacaklarındaki rahatsızlık onun gözlerine, kulaklarına yaramıştır! Yoldan geçenleri daha iyi seçer, sesleri daha iyi duyar, dallardaki kuşları daha iyi görür. Zamanla yüz ifadelerinin arkasındaki anlam konusunda bir uzmana dönüşür. Ama bu sonuncusu iyi mi, kötü mü? Okur karar versin!

Sadık Aslankara’nın Ondancı’sında dertli insanlar var. Çeşitli yalnızlık biçimleri var. Kitabın temel izleğinin yoksunluk olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yalnızlık duygusu bu yoksunluğun doğal bir sonucu olarak geliyor. Fiziksel başlıyor ama açılıyor değişik kanatlara. Ruhsal, ekonomik ve toplumsal yoksunluklar. Peki eksiklerimiz aslında bizi tamamlıyor mu? Buna da okur versin!

Küçük kahramanımızın işi zor. Özellikle ilk başlarda onu demir parmaklıklar arkasında bir mahkûm gibi düşünürüz. Etrafı ve dış dünyayı izlemekle geçen bir ömür. Gözlere yansıyanlar zihni çalıştırır. İmgelem devinir durur. Ondancı bir bakıma bize gerçek özgürlüğün ne olduğunu sorgulatır. Ama fiziksel özgürlüğün yoksunluğu ilk kez bizim çocuk kahramanımızın başına gelmiyor ki! İnsanoğlu bu sorunla binlerce yıl önce tanışmıştır ve binlerce yıldır bu sorunla didişmektedir. Mesele yürektedir. Böyle buyurmadı mı şair?

Birbirine bağlı bu öykülere bir novella olarak da bakılabilir. Sadık Aslankara küçük bir çocuğun dramını anlatırken, onun zaman zaman da olsa mutluluğu yakaladığını düşünmemizi ister. Bu mutluluk kuşlardan, ağaçlardan, kedilerden ve elbette kitaplardan devşirilir. Ne ki, dünya çirkin yüzünü sürekli dayatır. Ondancı’da çok da altı çizilmeden toplumsal sorunlar kendine yer bulur. Sadako ve Berkin Elvan, sokak gösterileri, kentsel dönüşüm. Geçmişte, okul sıralarında edinilen Kürt bir arkadaşla kurulan özdeşlik. Biçim olarak farklı şekillerde teslim aldığımız ama özünde benzer yoksunluklar. Fakat Türkiye’de biraz daha mı karmaşık durum? Biraz da. ha mı çetrefil? Görmek, duymak, duyumsamak ama hareket edememek. Adım atamamanın dayanılmaz ağırlığı. Pencere önü çaresizliği. Yoksa sorunlar biraz daha mı derinlere gömülü bizde?

Kararı okuyanlar verecek!

 

(Yukarıdaki yazı, www.prologdergi.com sitesinin 28 Haziran 2021’deki yayınından alınmış, yazarının ve sitenin hoşgörüsüne sığınılarak aktarılmıştır.)