ÖYKÜ: Özge Yücesoy; UYKUSU SAKIZ

Uykusu Sakız
Özge Yücesoy

Bir pergelin çizdiği daireye benzer yaşam… Merkezde kocaman gözleri ile çocukluğunuz durur. Hayat koşunuzu pistten çıkmadan tamamlayabilmeniz, geometrinin bu kusursuzluğu ve sonsuzluğu sembolize eden şeklini eksiksiz olarak çizebilmeniz; her cümlenin yüklemi konumunda olduğunuz çocukluk diyarlarından sizi izleyen o bir çift göze bağlıdır.

Otuz beş yıldır sanatın ve edebiyatın içinde olan M.Sadık Aslankara; oyun (Kevser’di), roman (Bin Yüz Bir Giz, Selgesus’ta Buse) ve derleme (Cumhuriyetimizin 75.Yılında Ormancılığımız) türlerindeki çalışmalarının ve kitaplaştırmadığı ödüllü dosyaları Kör Memdali’nin Çınar Ağacı (roman), Ev-Ses’in (oyun) ardından yayımladığı ilk öykü kitabı Uykusu Sakız’da gitgide girdaplaşan yaşam döngüsü içinde her an biraz daha uzaklaştığımız çocukluğa yöneliyor.

“Çala Aşklar”, “Kabaran Acılar” ve “Aykırı Sular” adlı üç bölümden oluşan kitapta, bölümler bir ayırımın belirleyicileri olmaktan çok merkeze gidilen (ve esasında merkezden gelinen) yolculukta sıklıkla kesişen yolları çağrıştırıyorlar. On üç öykülük bu yolculuğun her anında okura, merkezden yansıyanları elindeki prizma ile ayrıştırarak fark edilir kılan küçük birr erkek çocuğu eşlik ediyor.

Ege’nin küçük kentlerinde ve ellili yıllarda geçen öykülerin çoğunda pergelin iki ucunun bir araya geldiği yüzleşmeler yaşanıyor: Kişi geçmişe dönerek kendisi ile ve en yakın çevresindekilerle hesaplaşıyor. M.Sadık Aslankara, öykülerini kurgularken olaylar ve karakterlerden çok, kimlikler ve duygular üzerine yoğunlaştığından, yaşanan iç hesaplaşmaların sonucunda satırlara, çocukların dünyasını yalnız kendi isteklerine göre biçimlemeyi deneyen baskın karakterli tanrı-anne figürlerinin yanı sıra sevecen ve paylaşımcı anneler, pasifliği yahut çok sert oluşu sebebi ile iletişim kurulamayan babaların aksine çocuğun karakter oluşumunda etkin rol oynayan, teyzeler, enişteler, öykünülen dayılar, yengeler yansıyor. Bir de çocukluk aşkları ve o yıllarda yeni yeni keşfedilmeye başlanan cinsel duygular…

Yaşamı bir çocuğun gözlerinden aktarmak, beraberinde sade ama basit olmayan bir algılayışı ve yalınlığı da getiriyor. Aşkın ve cinselliğin yanı sıra Büyük Hanım’ın kır saçlı nişanlısına beslenen kıskançlık, yaz tatilinde çalışmak zorunda olan arkadaşını her gördüğünde sattığı sakızlardan alan küçük Barış’ın ‘en güzelini sen satıyorsun da ondan senden alıyorum’ delişi. Kütüphanede “NATO’nun erdemini, Amerikalıların nasıl birer iyilik meleği olduğunu, komünizmin tu Allah belasını versin olduğunu belleten filmi” sayısız kez izleyen çocuğun Türkiye İşçi Parti üyeliğine uzanan yol culuğu; “Solcu, sosyalist olmasın sakın, olmasın ya, sağcı da olmasın aman; hele hele faşist, şeriatçı, Allah saklasın! Sonra bilinçli olsun ama ot gibi yaşamayı içine sindirebilsin!” denilerek yetiştirilen bir oğlun şaşırtıcı tercihi ve babasını bu noktaya getiren kendi iç yolculuğu, yanıtları ve ayrıntıları kitapta saklı konular olarak okurları bekliyor.

Eleştirel bir kitap olarak da adlandırabileceğimiz Uykusu Sakız’da zaman zaman eleştirinin vurgulayıcılığını artırmak için de bu çocuksu yalınlıktan faydalanılıyor:

“Peronlarda oynadıkları oyunları anlatıyorum sonra. ‘Asker uğurlama’, ‘hasta taşıma’ oyununu… ‘Ee’, diyor annem merakla, ‘polis gelip de karışmadı ya?’

Annem tiyatronun oyun olduğunu bilmiyor ki…”

İnsana ve yaşama dair tüm ayrıntıların incelikli gözlemlerle aktarıldığı Uykusu Sakız’da görselliğin gücü etkin bir biçimde hissediliyor. Kitabı bitirdikten sonra bir tiyatro oyunu izlediğiniz hissine kapılıyor ve kurgusal olandan gerçek olana yönelirken sesleniyorsunuz:

Ve, perde!

 

(Varlık, Ocak 2002)