ÖYKÜCEK; M.S.Aslankara; Berna Durmaz

Berna Durmaz

M.Sadık Aslankara

Berna Durmaz, üzerinde durulması gereken önemli bir öykücü. Bugüne dek beş öykü kitabı yayımladı: Tepedeki Kadın (2011), Bir Hal Var Sende (2012), Bir Fasit Daire (2013), Karayel Üşümesi (2016), Metal Hayatlar (2018). Yedi yılda bu beş kitap, çaba, tutku kadar kısa öyküde emeğin de göstergesi. Alana dönük ciddi bir birikim kuşkusuz bu. Zaten çeyrek yüzyıldır alanla bağlarını koruyup sürdürmüş biri o. Ayrıca kısa öykü, “yazdım oldu” denilip kuru gürültüyle havaya savrulacak kavuz da değil.

Kabaca göz atıp harmanlayalım Berna Durmaz’ın öykücülüğünü.

Öykücülüğümüzde anlatı kurmayı başaran, Yaşar Kemal’den Osman Şahin’e, Hasan Özkılıç’tan Faruk Duman’a, Abdullah Ataşçı’ya, başkalarına uzanan az sayıda yazardan biri Berna. Romanda görece sayı daha kabarık belki, ama öyküde düşüyor bu. Hemen eklemeliyim, öyküde “anlatı kurmak” derken, söylenik dilin, öyküdeki dil-mantık işleyişi bağlamında yeniden biçimlendirilip yapılandırılması anlaşılmalı bundan.

Söylen diline dayalı bir damarı geliştirmeye girişmesi kadar, ardından öykülerindeki arkaik evren üzerinde durulabilir yazarın. Bu arkaik evrende, doğa ortasında ilkel canlı örneği halinde devinen kişiler, soyutlayım, dönüştürüm için olağanüstü olanak sunuyor kendisine. Ayrıca söylensel anlatım yanında görece ritüelden fırlamış izlenimi bıraktığı oluyor kişilerin. Ana tanrıçadan başlayan, aşağılanıp yoksanmış kadına dek gelen bir insanlık tarihçesi diyelim bunlar için.

Yüklendiği giz, bir yolla taşsa da kendini hemen ele verivermek türünde kaygı barındırmayan öyküleme düzeyi tutturuyor Durmaz. Karmaşık yapı yansıtan böylesi evrende gizlerle sarmalanmış bir atmosfer yaratılabiliyorsa, bunda en önemli rol arkaik eskillik / eskitilmişlik, sonra ritüel, büyü tabii.

Öykülerdeki karmaşa, evrenlerde gezinen kişilerin yönlendirisiyle kuruluyor. Hemen her öyküde delimsirek, saf, kaba, engelli, özürlü, dışlanmış vb. kişilerle karşılaşıyoruz. Birbiriyle kapışırlık izlenimi bırakan girişmeler, öykülerden bir şiddetin ortalığa yayılıp dökülmesine, ötesinde anlatının cinsellikle içlidışlı olmasına yol açıyor. Bu olgu, tutku dayanağı oluşturuyor öykülerde. Kişiler arasındaki uylaşım, tümünün de bir yanlarıyla şiddete, cinselliğe, ölüme dönük ortaklıklarından kaynaklanıyor.

Bütün bunlar evrenle kişi buluşmasında, etkili, büyülü, yer yer ussal yarılmanın öne çıktığı farklı bir atmosfer kurulmasına olanak tanıyor. Yazar, kardığı büyüyle okurun da kıskıvrak elini kolunu bağlıyor böylece. Çünkü tanıyamayacağımız, düşleyemeyeceğimiz kişilerle buluşuyoruz bir biçimde.

Öte yandan toplumsal yaşamdaki oluntu, dolantı, girdi çıktılar, alavere dalavereler, ikiyüzlülükle mertlikler tam bir soyutlayım, dönüştürüm eşliğinde gözler önüne seriliyor. Bu durum, farklı parametrelere dayalı gerçekliğin bizde yeniden kurulmasını kolaylaştırıyor. Özellikle birer öğütücü işlevi üstlenen sınıfsal çalımlar, öykülerde siyasal bağlantıları birbirine ilmeklerken “saltık” bir kahramanlığın bir anda çökebileceğini gösteriyor.

Yazarın dış yüzey bütünlemesine, okur da kendi tamamladığı iç yüzeyle karşılık veriyor. Böylece evrenle, kişilerle oynama, onları yeniden yarata, kura yapılandırma olanağı yakalanıyor ki, bir yazar için bu yönde örtüşürlük, başlı başına kazanç. Buna dayalı kült bir anlatı yapısı çıkıyor giderek. Gerçekten çoğu yazarın savsakladığı, derin mi derin, yoğun mu yoğun bir kavramsallaştırma tortusuyla yüz yüze geliyoruz. Farklı bir yeraltı ırmağının debisiyle yüzleşmeye benziyor bu, o kadar önemli.

Bu çerçevede Berna Durmaz, öyküye getirdiği farklı havayla, bileşik kaplardakine benzer, birbirine bağlanan evrenler, bunlarda kör ayak gezinen aykırı kişilerle dikkati çekmişti, çekiyor. Dilden yansıyan işleyim farkına da değinmek gerekiyor. Az iş değil, kendi dili, anlatımı hatta seçiciliğiyle, sonuçta kendisiyle yarışıyor Berna.

Başlangıçtan bu yana soyutlayımları, eskitip ritüele dönüştürdüğü gerçeklik oyunlarıyla, öykücülüğümüzde kendisine önemli yer açtığı düşünülebilecek bir yazar sonuçta Berna Durmaz.