ÖYKÜCEK; M.S.Aslankara; Doğan Yarıcı

Doğan Yarıcı

M.Sadık Aslankara

Doğan Yarıcı, şiirleri, romanları yanında 1990’lar öykücülüğünün önemli bir adı.

90’lar kuşağı, 1950’lerdeki enerjiyle örtüşen eşgüdüme denk yankımayla sesini yükseltebildi, gücünü kanıtlayıp ağırlığını duyurabildi yazınımızda. İşte Yarıcı imzalı Evlâ (1993), Kemik (1994), Gece Kelebekleri (2004), İs Odası (2014), çeyrek yüzyıla yayılan emeğin de göstereni.

Bu verimlerde 90’lar öykücülüğünün genel bir izdüşümü gözlenebiliyor. Örneğin, anlatmaya tamamen sırt dönüp sıçramalarla farklı anlam eşiklerinden bütünlüğe varmak, öyküyü “anlamlandırma” temelinde çatarak anlatıyı biçemsel arayışlarla olduğu kadar biçimsel formlarla da geliştirmek kuşak öykücülerinde genel eğilim. Aynı şekilde koyultulmuş bir zamana yayılmış anlatı evreninin hem kişi hem olay-ilişki düzleminde paydaş kılınması da yine ortak tutum. Bu çerçevede, 90 kuşağı yazarlarınca kaleme alınan gerek mekanik-yapay gerekse soyutlayımlı-olgusal öykülerde yoğun imgeleme görülüyor.

Doğan Yarıcı, kuşaktaşı Başar Başarır, Murat Yalçın, Faruk Duman gibi yazarlarda görüldüğü üzere bunu, dilin bütününe yayıyor. Ayrıca şairliği unutulmamalı onun. İmzasını taşıyan Türkçe Aykırı Sözler Derleme Sözlüğü de anımsanabilir.

Bizi anlamlandırmaya taşıyan eşiklerde, biçemsel-biçimsel çok geniş bir yelpaze üzerinde kayan Doğan, ilk iki kitabında bunların tümüne değip her seferinde okuru farklı açılımlarla kuşatıyor. Nitekim “Bariz öykü”, bu külliyattan özet gibi de alınabilir. Kurmaya giriştiği anlamlandırma bütünlüğüne varmak için sağlam bir eşik ayrıca bu. Kaldı ki hemen her tümcesine yanışlar-çakımlar yerleştirip bütüne yayan yaklaşımla öyküde bir dil orkestrasyonu kurabiliyor.

Doğan’ın öpözgün söyleyişlerle âdeta dil hazinesi olarak ürettiği öyküler, kuşağın öteki kimi yazar verimleri de eklenerek, başlı başına bir damar bağlamında mercek altına alınmalı. Yine de onun tavus kuşu görkemiyle dile giydirdiği zeki, cin, yer yer hınzır, hatta zıpır yapılar üzerinde ayrıca durulmalı.

Her yazar sözcüklerle oyun kurar-bozar, ne ki bunu yaparken boşluğa da düşebilir, saltık bir oyuncu gevişiyle. Yarıcı, dildeki disiplini bir an olsun yitirmiyor. Birer biçem oyunu değil giriştiği. O, dil haritasında kendisine pusulasız yol bulan kaptan edasıyla hiç zorlanmadan bu dehlizden geçebiliyor. Yer yer oyunsu gülücükler dağıtmayı ihmal etmeden.

Dille birlikte anlatısal, biçemsel bütün değişiklikleri peşine takarak alabildiğine uçlarda, ayrıksılıklarla sarmalanmış halde deneysel metinlere de dönüştürüyor kimileyin bunları. Hep arayış peşinde çünkü. Ama sanatın kökenindeki eğlence öğesine sırt dönüyor değil hiçbir zaman. Bu nedenle sinematografik hale getirilmiş soyutlayım-dönüştürüme dayalı yaratıcı bir dil şenliği çıkabiliyor ortaya.

Doğan Yarıcı öykülerinde çocukluk, ergenlik, aile ortamları, bunların ana kucağından sokak, mahalle, yöre, kent coğrafyasına uzanan yayılım dikkati çekiyor. Dünyayla, yaşama biçimlerinin bütününü toplayan o en genel hayatla derdi olan bir yazarın 1990’lar boyunca prizmatik bir süpürmeyle kendi yörüngesinden bakışına tanıklık yapıyoruz öykülerde, “eskiyen hatıra”,  ”yaşlanan eşya”, “unutulan zaman” gibi.

Okunduğunda, derinlere inip işleyen bir hüzün kalıyor olanca tortusuyla; bitimsiz yalnızlık, bir değemeyiş, değilemeyiş. Farkında olanlar için elbette, çünkü bir farkındalık öyküleri bunlar aynı zamanda, bir iç isyandan fışkıran sessiz haykırış. Toplumsal yaşam örüntüleriyle içlidışlı, biçemsel-biçimsel yeniliği herhangi yapaylığa düşmeden, bir yapay öykü zekâsına teslim etmeden kaleme alınmış verimler.

Kimileri şimdiden unutulmazlaşan örneklerle artık belleğimizde, öykücülüğümüzün de belleğinde Doğan Yarıcı.