Öyküyü Hak Etmek…

M.Sadık Aslankara (14.02.17 yazısıdır.)

Erkan Tuncay, yaklaşık on beş yıldır tanıdığım bir yazar. Ara ara telefonda konuştuğumuz, hatta üç beş yılda bir buluşup oturduğumuz, görüştüğümüz oluyor.

İlk kitabı Uykusuzlar’ı (Kanguru, 2016) yayımlayalı henüz bir yıl dolmadı bile Erkan’ın. Bundan öncekini zaten okumuştum, sonrasında gönderdiği öykü dosyasını okudum. Hafife alınamayacak, öykünün erden yolcusu olduğunu bu iki dosyasıyla ilk öykü kitabının apaçık ortaya koyduğu bir imza o bana göre…

Ama 10 Ocak 2017’de epostayla gönderdiği iletisinde söyledikleri de hâlâ çınlamıyor değil kulaklarımda. Şöyle sesleniyordu canhıraş çığırış halinde sanki o iletide:

”Öykü yayınlayacak cesur yayınevi kaldı mı?..”

Ne diyebilirdim peki bu sorusuna? Cesaretiniz varsa buyurun, siz yanıtlayın yukarıdaki soruyu hadi…

Bu nedenle işin kolayına kaçayım dedim. Derya Derya Yılmaz’ın Semih Gümüş’le yaptığı söyleşide yönelttiği soruya sığındım. (www.deryayilmaz.com.tr.)

Derya Derya, hiçbiryerde (Kassandra, 2015) adlı romanıyla dikkatimi çeken, bu arada öykülerini de ilgiyle okuduğum öykücülerimizden. Antalya’nın unutulmaz adlarından Cahit Kerse’nin asistanı, Adalya dergisinin (Sayı.5, Ocak 2017) neredeyse temel direği. Şöyle bir soru yöneltmiş Semih Gümüş’e:

“Son olarak yaratıcı yazarın yazdıklarını yayınlatma isteği üzerine bir sorum olacak. Kitap dostu herkesin de bildiği gibi Notos aynı zamanda bir yayınevi. Siz de bir yayımcısınız. Ancak Yazarın Yalnızlık Burcu kitabınızın, “Başka Hiçbir Şey Yapmayın, Yazın” bölümünde “Değil mi ki yazmakla yetinmeyip kitaplarınızın yayınlanmasını da istiyorsunuz, kendinize yabancılaşmanın ilk adımını da böylece atmış oluyorsunuz. Gene de burada durabildiği sürece, korunabilir insan.” diyorsunuz. Adalya okurları arasında yazan ve yazdığını nitelikli bir yayınevinden çıkarmak isteyenlere bu tutumunuzu bir kere daha açıklar mısınız? Genç yazar ne yapmalı?”

Zurnanın zırt dediği yere geldik mi? Semih’in yanıtını okursunuz zaten nasılsa…

Önemli olan öyküde okuma yeterliği düzeyine erebilmek bana sorarsanız. Bizde öykü kitapları ortalama bin adet basılıyor yanılmıyorsam. Peki tükeniyor mu? Hayır, gözlemlediğim kadarıyla sürünüyor hatta… O halde öyküyü hak etmek gerekiyor ilkin!

Temel sorun demek ki şu: Sen öykü okumazsan öyküyü hak etmiyorsun kardeşim! Okuyacaksın, bir kutsal emir gibi. Öyküye gereken değeri vermezsen eğer, öykü de seni sırtından atacaktır, yanılıyor muyum? Nece değer verirsen öyküye, o da sana öylece değer konduracaktır, unutmayalım bunu!

Feyza Hepçilingirler, ilk öykü kitabını yayımlayan Mehmet Mez’in Soprano (Kibele, 2016) adlı kitabına şöyle bir arka kapak notu düşmüş:

“Nasıl da ustalıkla gizlemiş kendisini bunca yıl? İnsan bu kadar güzel öyküler yazar da bakılsın, okunsun, beğenilsin istemez mi? İstememiş. Yazmakla yetinmiş Mehmet Mez. Kurmuş işlemiş, sabırla biriktirmiş. Şimdiye kadar…”

Öykü, gizleme değil, yazma sanatı oysa, yoksa yanlış mı bellemişim ben şunca yıl? Sonrasında ise başlı başına okuma sanatı aynı zamanda…

Derya Derya’nın sorusuyla noktalayalım mı yazıyı:

“Genç yazar ne yapmalı?”

Bu soruyu gelecek yarımayda (23 Şubat 2017) deşmeyi sürdürelim, ne dersiniz?