ROMAN; Eray Ak; Ömürdeğer

Sadık Aslankara’nın Yeni Romanı: “Ömürdeğer”
Eray Ak

. Sadık Aslankara “Ömürdeğer”de, kahramanı Mutlu Varlık Tunçoku’yla bir yaşam sorgulamasına girişiyor. Edebiyatımızın ünlü 1950 kuşağından bir karakter olarak çizilen Tunçoku, bir öteki olarak yaşadığı, inzivaya çekildiği adasında anılarına yol alırken, Cumhuriyet’in onuncu yılından bugüne bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıkıyor. Aşk ve hüzün ise romanın her sayfasında baş veriyor.

‘Edebiyatın Sarayköy’deki eniştesi…’

Yazı yaşamında ellinci yılını doldurmasına bir yıldan az zaman kalmış bir ad Sadık Aslankara. Zamanlama açısında “denk geldi” belki de ama Aslankara, ellinci yılına bir romanla giriyor. Yazarın yayımlanmış diğer yapıtlarında olduğu gibi son romanının adı da çağrışımlara, hayallere kapı aralar türden: Ömürdeğer.

Adından da az çok kestirilebileceği gibi Aslankara’nın son romanı bir ömür sorgulaması. Her yazar yapıtlarına kendinden, kendi ömründen çok şey katar ama Ömürdeğer, Sadık Aslankara’nın kendi ömür sorgusu değil. Romanda bu ömür sorgusuna girişen, romanın başkarakteri Mutlu Varlık Tunçoku.

 

 

Tanıdınız mı?

Tanımazsınız.

Tanıtayım.

Aslankara’nın Ömürdeğer’deki kahramanı Mutlu Varlık Tunçoku, edebiyatımızın ünlü 50 Kuşağı’nın önemli görülen yazarlarından biri olarak çizilmiş. İlk öykü kitabı 60’larda, dönemin en önde gelen yayınevlerinden Varlık Yayınları’nca basılmış. Ses getirmiş, önemsenmiş, hatta o dönem için üne de kavuşmuş ancak sonrasında yönünü bir şekilde tiyatro yazarlığına çevirrip önemli işlere imza atsa da unutulup gitmiş bir yazar. Tevellüt 1933. Şimdilerde 80’ine gelmiş. Bu yaşlanış, beraberinde bir dünya kırgınlık da getirmiş hâliyle. O da kendini “birada”da, yel değirmeninin yanında küçük bir eve kapatıp geri kalan ömrünü burada geçirmeye karar vermiş. Bu arada da hiç yazamadığı ama hep istediği, Suların Buluştuğu adını verdiği romanını yazma uğraşında. Sonuçta adlarını sık sık andığı çağdaşları Tahsin, Leylâ, Ferit ve Erdal romanlar yazarak edebiyatın köşetaşları hâline gelmiş. O ise bir öykü kitabının dışında oyun yazarlığında ilerleyerek bir köşede unutulup kalmış. Onu tek hatırlayan genç, bir başka yazar Selim. Yazın alanında yaşama veda etmeden yapmak istediği son şey, işte bu romanını tamamlamak.

Ancak bu unutulmuşluğun arasında öyle bir şey olur ki Mutlu Varlık Tunçoku kapandığı adasından bir süreliğine de olsa eski yaşamına, kent akışına çıkmak zorunda kalır. Şimdilerde Saraykent olmuş doğduğu yer Sarayköy’de bir oyunu sahnelenecektir ve Tunçoku’nu, hem birkaç konuda fikrine başvurmak hem da oyunun yazarı olarak galada bulunmasını sağlamak amacıyla kente davet ederler. Yazarımız da bu daveti geri çevirmez ancak uzun bir zamanın ardından karşılaştığı bu arsız yeni dünya, hiç de ona göre olmayacaktır. Gerek yeni edebiyat ve tiyatro çevreleri gerekse de o buralarda değilken kurulmuş yeni yaşam bambaşkadır çünkü. Mutlu Varlık, kendini bu yeni dünyada “edebiyatın Sarayköy’deki eniştesi” gibi hissetmeye başlar. Yabancı, alışamamış ve eski…

Sorgulamaların, yalnızlıkların ve ötekilenmenlerin arasında bir yerlerden sürekli baş veren, romanın hüzün katmanının önemli bir kısmını sırtlayan garip bir aşk hikâyesi de var kahramanımızın ayrıca. Tunçoku’na gençlik aşılayan, kulaklara o yaşta tekrardan kiraz astırtan bir aşk bu… Ancak bu aşk bile kahramanımıza bugüne dönme şansını vermez kolay kolay. Hatta geçmişe daha derin bağlarla gitmesine bile neden olur. Tam da bu yüzden Mutlu Varlık, bugününü geçmişin onun için hüzünlü gölgesinde yaşamaya mecbur kalır hep.

“AYDIN” SIKINTISI

Yukarıda anlatılanlar bağlamında, Ömürdeğer için iki ana düzlemden akan bir metin olduğunu söylelyebiliriz: Tunçoku’nun geçmişi, anıları ve kırgınlıklarıyla dolu ada günleri; ardılı ise kente tekrar adım attığı ve bunu yabancıladığı günleri. Ancak her ne kadar iki ana düzlemden meydana gelse de Ömürdeğer, dallarını uzattığı dönemlerle içinde birçok duygu, tarih ve sosyal katmanı de barındırıyor.

Cumhuriyet’in onuncu yılına kadar uzanıyor Aslankara Mutlu Varlık’la. Kahramanımızın, adını doğduğu yılın şerefine aldığı o günlere… O günlerle birlikte çağdaşlaşmayı şekil olarak alan cumhuriyet savcısı bir babayla ömür boyu bitmeyecek hesaplaşmasına, bu kapsamda da Türkiye’nin hiç bitmeyecek dertlerinin temellerine uzanıyoruz: Ne sinmiş ne sindirilmiş bir çağdaşlık anlayışına…

Mutlu Varlık rehberliğinde o yıllardan bugünlere doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladığımızda ise yazarlık yılları, kurduğu ve yitirdiği dostlukları, yitrişlerle kendini yaşamdan soyutlayıp adaya atışı geliyor.

Mutlu Varlık’ın ada zamanları, kahramanımızın içinde büyüttüğü hüzün ve bu hüznün nasıl yaşamın ta kendisi olabildiğini göstermesinin yanında, roman açısından bir başka sosyal katmanın da aralanışı aynı zamanda. Tunçoku’nun adada geçirdiği zaman için bir aydının cahillik ve bayağılıkla imtihanı da diyebiliriz. Buna bağlı olarak da tuzu kuru “kalınların” ve düpedüz aymazlığın arasında kalmış yalnız bir aydının bocalamalarını izliyoruz romanda.
Tunçoku’nun adası, geniş Türkiye fotoğrafının küçük ölçekte resmedilmiş hâli adeta. İnce bir alegoriyle bunu derinden sezdiriyor Aslankara okuruna. Bu sezdirişle de kalmıyor ve zaman zaman güne dair sert eleştiriler kaleminin ucuna geliyor. Yaşama, seksen yaşın hüznüyle bakan yalnız bir aydının, ayak uyduramadığı kendi toplumunda “öteki” hâline gelişi de ada düzleminde bu küçük ölçekli Türkiye resmini tamamlıyor.

Aslında klasik olarak niteleyebileceğimiz bir tablo Mutlu Varlık’la bize sunulan. Hatta, Türkiye’de aydınların klasik tabiriyle kaderi de diyebiliriz onun yaşadıklarına. Sadık Aslankara, Mutlu Varlık’la Türkiye açısından bu klasikleşmiş tabloyu edebiyata taşıyarak önemli bir “tip” yaratmış Ömürdeğer’de. Yazının başında Mutlu Varlık için “Tanımazsınız,” diyerek anlatmaya girişmiştim. Tunçoku’nu tanımıyorsunuz belki ama biliyorsunuz. Aslankara, Ömürdeğer’de bildiğimiz bu insanın adını koymuş sadece.

Üstelik tüm bir dünya edebiyatını kapsayan göndermelerle yüklü, tertemiz bir dille…

e.erayak@gmail.com

Ömürdeğer/ M. Sadık Aslankara/ Can Yayınları/ 264 s.