“Ömürdeğer” deki Değer
Mucize Özünal
Mehmet Sadık Aslankara edebiyat evrenimizin çalışkan karıncalarından biridir. Onca vayvela arasında gözden kaçan görülmesi bilinmesi gereken öykücüyü, romancıyı, dergiciyi, çocuk kitaplarını bir bir bulur çıkarır önümüze koyar. Binlerce sayfa yazı onun imzasıyla değerlendirmeleriyle yıllardır yayınlanmaktadır. Yazın için emeğini sebil edenlerden biri, belki de birincisidir. Öylesine bir üretkenliktir ki bu, tiyatro sinema alanında da kendisini ortaya koyar. Şimdi yeni bir romanıyla karşımızda: Ömürdeğer
Adanmışlığın çileci yazgısı Ömürdeğer de sanatçının seçilmiş yalnızlığı olarak karşımıza çıkıyor. Aslankara toplumumuzun, insanımızın tinsel görünümünü sepya yansımasıyla verir bize hep. İşte bu diye parmağıyla göstermek yerine, sezdirmeleri anıştırmaları seçer. Anlamı tümcenin sonuna saklar. Küçük küçük işaretler bırakır anlata geldiği dolambaçlı yollarda. Dar alemlerde daralan insanların çıkışa ulaşmak için bütün varlıklarıyla, adeta duyargalarıyla yoklaya yoklaya yol almalarını böylece helak olmalarını anlatır. Aslankara nın önemli bir özelliği de tiyatro dünyasından devşirdiği kahramanlarla öykülerini romanlarını kurmasıdır. Hatta bir yapıtının bütün kişileri tiyatrocudur. Kuşkusuz bunda yazarın aynı zamanda bir tiyatro adamı olmasının büyük etkisi vardır. Böylece edebiyatın ana türlerinden biri tiyatroyu öyküyle romanla bir köprüde buluşturmaktadır. Ömürdeğer de bunu bir kez daha yapıyor. Romanın baş karakteri vaktiyle bir oyun yazmış ve bu sergilenmiştir. Yazarlık yaşamının biricik sevinci de bu olmuştur. Kendisini elli kuşağına ait saymakta, bu kuşağın kimi başarılı yahut ünlü özellikle de ünlü yazarlarıyla kıyaslamakta, bir türlü tanınmış ünlü bir yazar olmadığına olamadığına yazıklanmakta, hayıflanıp durmaktadır. M.Sadık Aslankara işte tam bu noktada bize bir kapı açıyor. Bir şey yapmak için değil, bir şey olmak için yazmak ! Mutlu Varlık ın bütün dramının doğduğu yer burasıdır. Ünlü olmak için yazmak bu yolla egosunu doyurmak, ihtirasını tatmin etmek. O aslında yeteneksiz bir muhteristir. Lakin kendinin ne olduğunu, ne olmadığını bilmek, kendini bilmek erdeminden yoksun bir muhteris. Yazmakla ulaşılan yaratıcı estetik entelektüel bir hazzın değil, şişkin egosunu doyuracak hazzın peşindedir. Bir şey yapmak için değil, bir şey olmak için yazma yolunda tükettiği ömrünün sonunda, ilerlemiş yaşında bir yel değirmeni hücresine çekilmiş hatta mahkûm edilmiştir. Bu mahkûmiyet onun kendi eseridir. Alttan alta bunu duyumsamakta bu sezgilerinden kurtuluşu bir başka güdüsel haz alanında aramaktadır: Neredeyse torunu yaşında bir keçi çobanı kız çocuğunun yeni yetme gövdesine ulaşmanın tensel hazzında. Aslında her şeyin farkındadır. Ama bu farkındalıkla yüzleşmeye cesareti yoktur. Mutlu Varlık kendi sorumluluğuyla yüzleşe bilecek biri değildir, hiç de olmamıştır. Sorumlu olanlar hep başkalarıdır. Aslında seçilmiş bir yalnızlığın değil, mış gibi yaşaya gelenlerin seçilmiş körlüğü içindedir. Kendine acımakta, sızlanıp yerinmekte, mızırdanıp durmaktadır. Ah bir ünlü olabilse her şey bir anda değişecektir. O vakit herkes Mutlu Varlık kimmiş görecektir. O görülmek istemektedir, bütün derdi budur. Anlatmak anlaşılmak, bir anlam kurmak bir anlamda buluşmak, insanın toplumun halleri ile hiç ilgili değildir. Meczuplar gibi çileye mahkûm olduğu bu dünyada, bu ıssız adanın tepesindeki yel değirmeninin altında, kayalıklar arasında, Kör İsmet, Yahob, Kayralı ile kendini seçilmiş bir yalnızlıkta bulduğunu sanmakta, yaratıcı eylemle yalnızlığa yönelmenin anlamını hiç düşünmeksizin kibirle kendine bakmaktadır.
Böylece ete kemiği bürünen roman kahramanını biz yanı başımızdaymışçasına tanıdık algılarla duyumsuyoruz. Cehalet ve kompleks gibi iki sağlam ayak üzerinde yükselen kibir içinde, kendilerini bütün yapıp etmeleriyle bilgi nesnesi yapamayan, bir başka deyişle kendini bilmeyen insanların Delfin in kapısı önünde nasıl yok olup gittiklerini, yarattıkları sahte varoluşlarla yok oluşlarını görmüyor muyuz sık sık ? İşte onlardan biridir Mutlu Varlık.
Kuşkusuz bütün sanat yapıtları gibi yazınsal yapıt farklı anlamlandırmalara yol açabilir. M. Sadık Aslankara nın felsefe mezunu olmasını da dikkate alarak Aristo gibi soralım. Nereye bakıyorsun? Benim Mutlu varlık a baktığım yer burası. Baktığım yerden Ömürdeğer i böyle görüyorum. Sn. Muttalip Özcan ın izniyle söylersek ( İnsan akıllı bir hayvandır, ama aklını araçlaştıracak kadar da hayvan değildir. ) * , İnsan sanat/ edebiyat yapan bir hayvandır ama edebiyatı araçlaştıracak kadar da hayvan değildir/olmamalıdır. Ömürdeğer in Mutlu varlık ı şöhret yolunda edebiyatı araçlaştıra geldiği ömrünün sonunda hem her şeyin farkında hem Gülhane parkındadır.
M.Sadık Aslankara gene de, ne edebiyata ne de insana kıyıyor. Bir şey olmak için dahi yazıya durmak Ömredeğer diyor. Ama böyle bir ömür ne kadar değerli olabilir? Kitabın kapağındaki kesme imi ile ayrılan değer sözcüğü ile birlikte yazar da bu sorunun yanıtını okura bırakıyor. Eğlenmek için okuyan okura değil elbet. Nitelikli okura. Nitelikli edebiyatın bir ebesi de o değil midir?
* bkz. M.Özcan. Yeni bir Aydınlanma Fikri
(Yukarıdaki yazının değişkesi, 28.11.2014’te Aydınlık Kitap’ta yayımlanmıştır.)