ROMAN; Necati Tosuner; İLGİNÇ BİR YOLCULUK TOPLAMI

İLGİNÇ BİR YOLCULUK TOPLAMI

Necati Tosuner

Edebiyat dünyamıza dün gece paraşütle indirilmiş bir yazar varsa, o bile M.Sadık Aslankara’yı tanır. Dahası, “Bakalım benden söz ediyor mu?..” diye hemen merak eder.

Çünkü bu soru -herkes birbirinden ısrarla saklıyor olsa da- yıllardır ortalıkta dolaşmaktan hiç usanmaz. Yani, Buyrukçu’nun günlükleri gibi, M.Sadık Aslankara’nın yazıları da hep merak uyandırır. Evet, kıskançlıklara bile yol açar.

İyi.

İyi de, -sözgelimi- romanlarından “Le”, niçin böylesine gürültüye gitmiş olabilir?..

Gürültü diye adlandırsak da, yaşanılan sessizlik M.Sadık Aslankara’nın kendi yazarlık tutumundan da kaynaklanmaktadır.

Bilgisini ve emeğini başka yazarlar için harcamaktan -sürekli olarak harcamaktan- hiç çekinmeyen M.Sadık Aslankara, iş kendi yazarlığına gelince, yalnızca kendisiyle yarışmaya önem veren bir anlayışı seçmektedir ve hep bunu önde tutmaya önem vermektedir.

Sessizce…

xxx

M.Sadık Aslankara’nın “Le” adlı romanı, uygulanan mimari bakımından özellikle dikkat çekiyor.

Mutfaktaki malzemeyi sunuş biçiminde bir seçkinlik taşıyan yazarın bu değişik olma arayışı, bilinmeyen tatların yanı sıra, bilinir saydığımız tatları da okura yeni ve başka başka beğenilerle iletmek, sezdirerek aktarmak istiyor. Yarattığı özgün biçimli alışılmadık üçgenin algılanmasını, kitabın başarısı olarak amaçlıyor.

Elbet, bunu kitabı bitirince anlıyoruz.

xxx

Romanı okumaya başladığımızda, son vagonun en arka kapısından trene binmiş oluyoruz. Okudukça, gidiş yönünde ve trenin başına doğru ilerliyoruz.

Üstelik, yolculuğun tadını coşkuyla çıkarmaya bizi çağıran bir vagon bu. Adı “Gül”.

İpucu gibisine verildiğini sandığımız çağrışım kaynakları, bizi şaşırtıcı sonuçlara ulaştırıyor. Ve yol -kuramsal olarak- kısalırken, yaşamın çilesiyle uzayan bir yol oluyor.

Evet, uzayan yol da –yeri geldiği zaman- sona erince, treni oluşturan ama vagonları bağımsız da kılan tamponların üstünden, öndeki “Le” adlı vagona geçiyoruz.

Burada, az önce tanıdığımız vagondan tümüyle farklı yapıdaki bir vagonda bulacağız kendimizi.

Öyle böyle değil! Deminki bir vagonduysa, bu bir vagon değil, diye düşündürecek ölçüde değişik bir vagon…

Orada, yere serilmiş paftalar üzerinde dolaşarak ulaşacağız vagonun öteki kapısına.

2

Öyle paftalardan paftalara geçerken artık öğrenmiş de olsak.. artık, öğrenmiş olduğumuzu da sansak.. yol, gözetilmesi gereken yeni dengeler çıkaracak karşımıza.

Tren giderken biz de trenin önüne doğru gideriz. Elimizdeki kitabın okunmamış sayfalarının azalmasından anlarız, -ki, kitap da, yolculuk da sona ermekte!

“Sin” adını taşıyan ve yolculuğun üçüncü -trenin ilk- vagonuna geçerken, romanın başkişisini iyice tanımış oluruz.

Oysa, buna inanmanın geleceği görmeye yetmeyeceğini de biliyoruz. Çünkü, yolculuğun tadını çıkarırken öğrendik bunu: Yine şaşırmaya hazırız.

İşte, vagonları bitirdik, -ama kitap bitmiş değil.

Çünkü kitabın sonu, trenin başı. Az sonra tren duracak, ve romanın bize yaşattığı yolculuk, yaşanılmış ve geride kalmış olacak.

“Sizi karşılayacak biri var mı?..”

Yani, varacağınız yer yitip gideceğiniz yerdir belki…

Romanın sonu böyle olacak.

 

(Yukarıdaki yazı, Bavul dergisinin Haziran 2022 tarihli 81. sayısından alınmış, yazarının ve derginin hoşgörüsüne sığınılarak aktarılmıştır.)