ROMAN; Suat Sungur; SIĞINAK

SIĞINAK
Suat Sungur

1950’li yıllara damgasını vuran Köy Romanları Kanonu dışında kasabayı anlatan, kasabalıların gündelik hayatlarını, kadın erkek ilişkilerini, kimi zaman sade ve dingin kimi zaman insanı boğacak kadar ağırlaşan atmosferini, zamanın döngüselliğini yakalayan roman sayısı çok azdır. Yusuf Atılgan, Kemal Bilbaşar, Samim Kocagöz gibi yazarlar geliyor aklıma.

Şimdilerde ise siyasal hesaplar dışında hepten unutulmuş, dahası belleklerden dışlanmış görünüyor Türkiye taşrası. Edebiyatın da paylaştığı bu toplumsal amneziye -belki de İstanbul histerisi demeliyiz- kapılmayan bir romanla , “Sığınak”la karşılaşmak işte bu nedenle sevindirdi beni.

“Sığınak”, Denizli’nin Sarayköy kasabasında düzenlenen Sakız Şenliği etrafında gelişen olaylarla, aslında olay değil ilişkilerle, bir Ege kasabasının -ahalisi ile birlikte- modern zamanlardaki karakteristiğini araştırıyor.

Çok sayıda insan tipinin yer aldığı hikâyesinde, kasabanın parçalanmış dokusunu bu insanlar üzerinden yansıtmış Aslankara. Kimi şenliklere katılmak için uğruyor Sarayköy’e, kimi hiç dışına çıkmamış, kimisi ise bir zamanlar yaşadığı büyük kentte tutunamadığından razı olmuş kasabaya dönmeye. Onların ekonomik, toplumsal ve düşünsel farklılıkları kasaba gerçeğini de farklılaştırırken hikâyenin arka planında kadın erkek ilişkilerine, aşka ve cinselliğe dair bir arayış hiç değişmiyor.

“Sığınak”, bir kasabada, o kasabaya bir biçimde bağlı insanlar arasındaki ilişkileri anlatan bir roman. Ancak ilişkilerin aşk ve cinsellik boyutuyla belirlenenlerine baktığımızda, onların da İstanbul’daki aşk ve cinsellik karmaşasını kurcalayan romanlarda karşılaştıklarımızdan pek farklı olmadıklarını görüyoruz. Yine tükenmiş evlilikler, yine özgürlüğünü arayan aşka susamış kadınlar, yine duygulu entelektüel erkekler, farklı cinsel tercihler ve kesif bir mutsuzluk var.

Belli bir kesimin dışına çıkmamış Aslankara; Sarayköy’ün emekçi kesimleri sanki hiç katılmıyorlar kasaba hayatına, onlar âşık olmuyor, cinsel arayışlar içine girmiyor, kısaca kasaba tarihi içerisinde hiç yer almıyorlar.

Belli bir insan tipini ve o tipin günümüzdeki düşünce ve davranış hallerini büyük kentten kasabaya taşırken işin içine mekân duygusunu da katabilmesi, onları yalıtılmış biçimlerde değil, kasaba atmosferiyle birlikte yakalaması, “Sığınak”ın en başarılı yanı.

Öyle ki, romanın ilk sayfalarında, tıpkı bir kasabaya adım attığımızda yaşadığımız iç sıkıntılarına benzer bir rahatsızlık içinde buluyoruz kendimizi. Roman kişilerini teker teker tanıdıkça bu sıkıntı da dağılıyor ve onlara yakınlaşıyoruz. Sayfalar ilerledikçe bu yakınlaşma yerliliğe, bir hemşehriliğe dönüşecektir.

Parçalanmış bir yüzeyi yansıtmayı önüne koyan yazar, böyle bir temaya çok uygun düşen bir anlatım tekniği kullanmış. Sanki çok yukardan çekilmiş bir Sarayköy belgeseli izlettiriyor okuyucuya; her bir roman kişisinin ayrı ayrı söz aldığı ve gerçekliğin kendinde yansımasını iç monologlarla aktardığı, araya giren anlatıcı sesin dış dünyayı ve ilişkileri bütün çıplaklığı ile tasvir ettiği uzun ve kapsayıcı bir belgesel…

Sadık Aslankara, girişte de belirtilen tiyatro ve sinema alanındaki deneyimlerini roman sanatına başarıyla taşımış ve iyi bir roman çıkarmış ortaya.

(Kaynak: Kitap Yurdu, 31.3.2005)