SAYFA YAZISI; 7’DEN 70’E ÖYKÜMÜZ…

7’DEN 70’E ÖYKÜMÜZ…

M.Sadık Aslankara
(05.09.2024 YAZISIDIR)

 

  1. Bölüm / 2015

 

Bilinen söyleyiştir, gelişigüzel yuvarlarız ya hani, “7’den 70’e” diyerek, okuru yazarıyla öykücülüğümüzü de 7’den 70’e işte böyle bir büyük kitle olarak gözünüzde canlandırabilirsiniz. Yazanı, okuyanıyla herkesin bir yerlerden dalına konduğu, âdeta kutsanmış ulu bir gövde; “öykünek”.

Neden ille bir biçimde tünemek ister insan bu ana gövdeye peki?

Anlatmayı seven, bu anlamda iştahı yerli yerinde buna can atan bir toplum değil miyiz? Gezeğe çıkmışçasına ulaya bezeye anlatan, kendi uyduruklarıyla durmaksızın dolaşan bir halkız ya, bu yüzden folklorumuzun, etnolojimizin, yaşam kültürümüzün başat gösterenlerinden biri de bu bana göre.

Bu dizide ben de yuvarlamayı yeğliyorum, çünkü okumalarımı, okuduklarım üzerine düşüncelerimi içeren yazılar bunlar hep, bunun yanında izlenimlerime yaslanarak da kurguluyorum dizideki yazıları, bunlar taşıdığım donanıma, getirdiğim birikime yaslanıyor elbette, ne var ki sonuçta yine de bir inceleme değil bu yazılar, daha çok öne sürüş, kestirim yazıları diyebiliriz.

İşi gücü, görece okuyup yazma edimine dönüşmüş görüntüsü yayan biri konumundaki ben bile, bırakın yıl içinde yayımlanan kitapları okumayı, türü daraltarak söyleyeyim, öyküde kimler neler yayımlıyor, hangileri ilk kitap hangileri yeni bunu bile izleyemez hale geldiğimi söyleyebilirim. Kendi payıma, bu yayın bolluğu karşısında apaçık bir baş dönmesi yaşıyorum. Bu serzenişi pek çok kişiden duyduğumu söylememe gerek yok. Ne denir, bu konuda çalışan arkadaşlardan destek alıyorum diyebilirim. Nitekim dizi yazıda bu konulara girdiğimde sıklıkla Kemal Gündüzalp’in adını anmam boşuna değil.

Görülen o ki, herkes öykü pazarında, herkes öykü okuryazarı. Hep söylenir ya, Türkiye’de her dokuz kişiden onu şair, öykücülüğümüz de bu güzel alaylamaya denk böyle bir yere savrulmuş olmasın sakın?

Hemen ekleyeyim, ben bu karamsar bakışa katılıyor değilim, çünkü Türkçede verimlenmiş bu büyük öykü gövdesi, dünyanın en önemli öykücülüklerinden birini barındırıyor günümüzde. Sıklıkla karşımıza çıkan âdeta taşıyageldiğimiz öykü anlayışımızı, hikâye etme kavrayışımızı, her neyse, bunu alt üst edip ezberlerimizin dışına çıkan öyle öykülemeler geliyor ki önümüze, elinizdeyse şaşırmayın hadi, üstelik yaşla başla da ilgili değil bu.

İşin bu yanına bakarak söylersem, öykücülüğümüz hâlâ o büyük patlamanın etkisini sürdürüyor, bu etkimeyle yol alıyor. Ama bunun sönmüş değil etkin bir yanardağın uzayıp giden püskürmeler, patlamalar dizisi olduğunu öne sürmek olanaklı.

Ne ki bunca yayın bolluğunun, yıl içinde şaşılacak kertede artıp çoğalan öykü kitabı yayımının, işi ucuzlattığı gibisinden bir izlenim bırakmadığı da düşünülemez. Yazıyor insanlar, kendine güveniyor, bir yol bulup kitabını yayımlıyor, buna hiç kimsenin söz etmeye hakkı olamaz, ancak bu konuda insanın kafasında pek çok soru uyanmaması olanaksız.

O zaman işte bu söz kendiliğinden akla geliyor; yediden yetmişe herkes yazıyor. Hemen arkasından öteki soru ekleniyor: İyi de 7’den 70’e herkes okuyor mu?

Okuma edimi temelinde bu olguyu başka bir yazıda ele almak daha doğru bence. Şimdi biz, yazılan öykülerle, bunların okunuşu eyleminden söz ediyoruz. Öte yandan okuma eylemini de öykünün yazılışındakine benzer biçimde bir ana gövdeye bağlamak olanaklı.

Bu çerçevede ben gibi yıl içinde yayımlanan, okuduğum, hatta pek çoğu üzerine kısa notlamalara yaslansa da yazmaya çalıştığım kitaplardan listemi yapmaya girişeyim gelin her zamanki.

Karin Karakaşlı Yetersiz Bakiye, Halime Toros Garip Hikâyeler Kitabı, Münir Göle Babam Düşüyor, İnan Çetin Kureyş’in Kurtları, Kerem Işık Iskalı Karnaval, Yalçın Tosun Bir Nedene Sunuldum, Mahir Ünsal Eriş Dünya Bu Kadar adlı yapıtlarıyla daha öncesinde ortaya koyup geliştirdikleri öykücülüklerini pekiştirerek alandaki varlıklarını korumayı sürdürdüler.

İlk öykü kitapları ardından ikinci kitaplarıyla alanda yeniden görünenler de eksik olmuyor hiçbir zaman. Üstelik ilk öykü kitaplarıyla ikinciler arasındaki mesafenin de gitgide kısaldığı gözleniyor. Bu durum şunu düşündürüyor insana; bir olasılık öykücüler, ilk yayınlarını, öncesinde birkaç öykü dosyası hazırlamış halde yapıyor, ilk kitaplarını bu anlayışla yayımlıyor.

Şenay Eroğlu Aksoy Gece Çığırtkanları, Melisa Kesmez Bazen Bahar, Süleyman Kalman Öteki Kuşlar adlı yapıtlarıyla görece bunu destekleyen birer örnek bağlamında alınabilir sanıyorum.

Ancak bunun dışında, yukarıdaki örneklere aykırı sayılacak örnekler de yok değil. Örneğin Bahar Aslan Derin Uyku (2003) sonrası Moskova Defteri / Komünistler Moskova’ya!, Mehmet Erte Bakışın Kirlettiği Ayna (2008) sonrası Arzuda Bir Sapma adlı yapıtıyla alanda kendini yeniden duyururken iki kitap arasındaki süre de dikkati çekiyor.

Elbet ilk öykü kitapları da var yine.

Banu Özyürek Bir Günü Bitirme Sanatı, Ömür İklim Demir Muhtelif Evhamlar Kitabı, Esra Demirci Kıyı adlı ilk öykü kitaplarıyla alana giriş yaparken öykücülüğümüzde bu ilk yapıtlarıyla aynı zamanda okurdan gerekli ilgiyi de gördüler. 

Öykücülüğünü 1990’lardan getiren, bunlara yenilerinin eklendiği öyküleriyle Sami Baydar (1962-2012) Sese Gelen Sevgili adlı ölümü sonrası yayımlanan “Toplu Öyküler” yapıtıyla alanda hiçbir zaman unutulmayacaklar arasına katıldı. Öykünün erden bir yolcusu anlamında.

Evet, 7’den 70’e öykücülüğümüz hep büyüyor, hep ileriye doğru gidiyor.