BEN’DEN BİZ’E, BİZ’DEN ÖTEKİLER’E…
M.Sadık Aslankara
(13.06.2024 YAZISIDIR)
2005
Daha önce kimi yazılarımda aşağıda aldığım sorunsalın dolayımıyla çevrintisinde az gezintiye çıkmadım, önemli bir konu çünkü. Yola koyulan herhangi yazar adayının kendi bireyini kavrayışı, öznelinin bilincine varışı, süreç içinde farklı aşamalardan geçerek gerçekleşebiliyor ancak.
Bu doğrultuda bir ilk kitapla, doğal ki kendiliğinden hem yazarın kendisinde hem öteki yazarlarda hem de kitap ölçeğiyle sınırlı olmak üzere okurda alana katıldığı izlenimi bırakırken, alımlayıcı önüne serdiği öyküleriyle “ben” olmanın önemli bir kanıtını da ortaya döküyor.
Bunun sonucunda alana katıldığını düşünen yazar, ben’ini kanıtladığı yanılsamasıyla geziniyor bir süre, aradan zaman geçtikten sonra görüyor ki, bu ilk kitabın esamisi okunmuyor, imi tim kaybolmuş, yeller esiyor yerinde, bir büyük düş kırıklığı yaşamaması olası mı yazarın?
Bunu, ilk kitabı sonrası, hemen her yazarın hiç değilse bir kez olsun yaşadığı şaşkınlık bağlamında almak olası.
Peki bu durum nasıl aşılabilir, aşılabiliyor?
Yazarın ben’den yola çıkarken göremediği “biz’e katılım” olgusunu kavrayışı, buna katılmayı sağlayışıyla, diyerek yanıt verebiliriz soruya. Demek ki yazarın, alana katıldığı yönünde yaşayabildiği yanılsamayı aşabilmesinin belki de biricik yolu, ilk kitabının bir boşluğa açılmasının önüne ket vurmak, bu ilk yapıtın sessizlikle geçiştirilmesine, görmezden gelinmesine engel olmak!
Bunu engellemek, bunun önüne geçmek zor değil; ilk kitap ilgiyi, onayı hak eder bir düzeyde sunulabildikten sonra sorun ortadan kalkar, bu kadar. Yeter ki yeni yazar, ben’deki biz’i, biz’deki öteki’ni, ötekiler’i görebilsin. Bu, yazarın, kendisinin kabulünü sağlayan o ilk kitapla alana girmese de bu tutumuyla alanda kabulünü sağlayabilir pekâlâ.
Şimdi yirmi yıl önce yayımlanan, okuduğum, büyük bölümü üzerinde kimi değerlendirme yazıları kaleme aldığım öykü kitapları arasında bir gezinti yaparak yukarıda dile getirdiğim öne sürüşler açısından bunlara göz atalım.
1990’larda yayımladığı öykü kitapları ardından Fatma Semiha Uçuk (d.1924) Yakalayamadığım Günbatımı, 1990’ların kalemlerinden İzzet Harun Akçay Gülistan, yine öykücülüğüyle 1990’lara eklemlenebilecek Cem Atbaşoğlu Ses adlı yaptlarıyla alanda varlıklarını sürdürdü.
Öykücülüğünün izleri 1950’lere geri giden Dinçer Sezgin Kaveko, 1970’lerle 80’lerde öyküde kendilerine yer açan Lütfiye Aydın Gri Gül, Sezer Ateş Ayvaz Tamiris’in Gecesuçları, Burhan Günel Taraça, Kemal Ateş Küskün Fotoğraflar, Cemil Kaukçu Nolya, Hasan Özkılıç Orada Yollarda, 1990’larda alana katılıp öykünün dikkate değer adları arasına katılan Sadık Yalsızuçanlar Ayan Beyan, Ethem Baran Dönüşsüz Yolculuklar Kitabı adlı yapıtlarıyla farklı türlere dönük ilgi gösterip verimlerini sürdürürken öyküden kopmayan tutumlarıyla dikkatleri çektiler. Yekta Kopan’sa roman kaleme alırken Kara Kedinin Gölgesi adlı yapıtıyla öyküye düşkünlüğünü perçinledi.
Nihat Ziyalan Kısa Pantolonlu Sevda (2001) sonrası Severim Pazartesileri adlı yapıtıyla şiir-roman kadar öyküde de kararlı olduğunu yansıttı. Aynı şekilde ilki ardından ikinci kitaplarıyla alanda varlıklarını sürdürüp koruyan Sibel K. Türker Öykü Sersemi, İnan Çetin İçimizdeki Şato, Akın Sevinç Dünyanın Yan Etkileri, Onur Caymaz Sanki Yarın Nisan, Seyit Göktepe İlkyazların Anısıyla adlı yapıtlarıyla bir yandan öykülemlerini serimlerken alanda yer edindikleri, edinecekleri umudunu da pekiştirdiler.
Bu arada anımsanamayacak sayıda yazar, hatta başka türlerde ürün vermiş kimi kalemler ilk öykü kitaplarıyla alanda bir araya gelip bu bağlamda bir kez daha adlarını duyurdu. Hakan Bıçakcı Bir Yaz Gecesi Kâbusu, Oğuz Dinç Maria’nın Yıldızları, Osman Akalın En İyi Korunan Oda, Ahmet Türkay Kasvet Çiskini, Günhan Kuşkanat Kış Leylekleri adlı yapıtlarıyla kendilerini gösterdi.
Cem Uçan Bambaşka Hayatlar adlı ilk öykü kitabıyla doğrudan, hem dek damardan 1990 Kuşağı öykücülüğüyle buluştuğunun ipuçlarını sergiledi. Hikmet Temel Akarsu da Babalar ve Kızları adlı yapıtıyla farklı bir biçemle öykü okurunun karşısına çıktı. Adil Okay, mülteci olduğu yıllarda Türkiye’de dağıtılamadığını söylediği Mültecinin Bunalımı adlı ilk öykü kitabından sonra bunların üzerine yenilerini ekleyip başka bir ilk öykü kitabı yayımladı: Yolcu.
1990 ortalarından 2000’in ilk beş yılına dönük topluca göz atıldığında bunun azımsanamayacak bir süre olduğu düşünüldüğünde, öykücülüğümüze katılmış pek çok yazarın, alanda varlıklarını korumak için çaba harcadığı gözlenirken ama bu süre içinde bir kez görünüp sonra kıyıya çekildiği izlenimi bırakan yazarların da yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya koyulduğu öne sürülebilir.
Tek öykü kitaplarıyla alanlarında benzersiz etkiye yol açmış Özcan Ergüder, Oğuz Atay, Onat Kutlar vb. yazarları bir yana bırakırsak alanda kalıcı tutku sergilemekten uzak kimi kalem sahiplerinin bu yöndeki tutumları üzerinde ayrıca durmak gerektiği ortada.
Ne var ki öyküde her yıl ilk öykü kitaplarıyla alana katılan farklı yaş gruplarıyla öykü anlayışlarına sahip çok sayıda yazar o hale geldi ki birbirinden ayrılamaz, seçilemez oldular artık. Bunu, öykülerin biçeminde aranabilecek özgünlük açısından değil salt görünürlük, fark edilirlik açısından söylediğimi belirteyim. Bir türlü görünüp fark edilemedikleri için de öykü alanındaki sesleri boğuluyor, giderek kısılıyor ya da ancak gecikmeyle görülebiliyor pek çok ilk kitap yazarı veya hiçbir zaman görülemeden geçiliyor ne yazık ki.
O halde şöyle bir sonuç çıkarabiliriz buradan; “ben” olmak için ben’deki biz’i, biz’den kalkarak öteki’ni de görmek gerekiyor.