EDEBİYATI AİLE İLİŞKİSİYLE ÇEVİRMEK…
M.Sadık Aslankara
(29.05.2025 YAZISIDIR)
Edebiyat, bir büyük ailedir elbette, kim yoksayabilir bu gerçeği?
Üstüne üstlük sanatın, ana kucaklayıcılığı altında bütün dallarıyla birlikte alabildiğine geniş, büyük, yaygın bir sülale kabul edilebileceğini de ekleyelim bunun üzerine.
Kuşkusuz doğru bu, ama ne edebiyat ne de sanat ancak aile ilişkileri içinde gözlenebilecek, düşünsel, duygusal yanları da bulunan maddi-manevi karşılıklara sahip, böylesi kuşatıcılıkla yaşanamaz. “Aile ilişkisi”, aileye özgüdür, bu yanıyla sınırları, anne-baba-yavru üçgeniyle belirlense de farklı kültürlerdeki insan topluluklarında gözlenen karmaşık ilişkiler yumağını göz önüne almak gerekir. Canlılardaki takson şemasına uygunluk sergileyen “aile” yapısı, bu nedenle saltık anlamda entelektüel eylem olan sanatın içine giremez.
Sanatın her dalında nasıl ki türün kendi yasası işliyor, bunun gerekleri yerine getiriliyorsa edebiyat da kendi alanında kendi koşullarıyla üretimini sürdürecektir. Diyeceğim o ki, aile-sanat olguları kategorik bağlamda asla birbiri içinde değerlendirilemez, böyle bir kategorik örtüşmeyle buluşturulamaz.
Mecaz olarak edebiyatın bir aile, bütün sanat dallarının bir sülale bağlamında alınması ayrı, bunları olgusal açıdan olabilirlik düzlemine çekmek apayrı yaklaşımlar.
Tamam, aile edebiyata dâhildir, kim karşı çıkabilir buna, ama edebiyat ilişkisini aile ilişkisine benzer bir yaklaşımla çevirmeye yeltendiğinizde durum karışır, bu tür bir ilişki geliştirenler, böylesi ilişkilerin önünü açanlar, âdeta mafya örgütlenmesi benzeri bir ilişki ağı kurmuş halde kabul edilebilir.
Mafya, başlangıçta çok gizli bir ilişkiler zincirine sahip olsa da süreç içinde nasıl bütün olup bitenler dışa yansır, yaşananlar artık neredeyse herkesin gözü önünde gerçekleşirse edebiyatta, sanatta kurulan akrabalık, aile ilişkileri de aynı şekilde süreç içinde ortalığa dökülür, bu işe girişenlerin ipliği pazara çıkar bir anda. Böylesi ilişkinin kişiye bindireceği yükten, bunun ağırlığından kurtuluş yoktur hiçbir zaman.
Çünkü bunu edebiyat kamuoyuna yutturmak olanaksızdır. Yo, hayır, bir süreliğine belki geniş kamuoyu olguyu tam anlamıyla çözememekten ötürü bir yanılsamaya kaptırabilir kendisini, ancak edebiyatın merkezindeki en yakın halka bunu daha ilk adımından itibaren hiçbir zaman yutmaz yine de.
Öyleyse biz konumuza dönüp “aile ilişkisi” derken edebiyatta bununla neyi kastettiğimiz, bunun ne anlama gelebileceği, ne tür uzanımlar halinde karşımıza çıkabileceği üzerine kabaca da olsa düşünce gevişine girişelim gelin.
Nedir bu, konuya nasıl yaklaşabiliriz, bunun üzerinde duralım, farklı açılardan düşünce uçkunlarına sarılıp savrularak olguyu dürtükleyip tartışmaya çalışalım şimdi…
Bizi burada “akrabalık” odaklı yararlanma ilgilendiriyor. Aileden olmak, aile ilişkileri içinde zaman zaman gözetilmek ya da bu nedenlerle kişinin kimi yanlarını görmezden gelmek biçiminde özetleyebileceğimiz bir tür hastalık bu.
Edebiyata özgü akrabalık ilişkisi de bu doğrultuda bir gözetme-gözetilme eylemiyle başlıyor, diyebiliriz. Örneğin belirleyip arasına katıldığı “edebiyat ailesi” dışındakileri görmezden gelebilir yazar, duygudaşlığını yitirdiği için de özellikle kendi aile bireylerini görünür kılmak amacıyla çaba sergileyebilir. Bunlarla bağlantılı bir şımarma da su yüzüne vurabilir aile içinde, tümden ya da tek tek; kendinden menkul gururlanma, yanı sıra kibir eşlik edebilir buna.
Sonuçta aile ilişkilerinde nasıl ki çıkara dayalı karşılıklı bir kontrol düzeni işlerse edebiyat içindeki aile ilişkilerinde de buna benzer denetleme düzenekleri kendiliğinden devreye girer.
Aile, akrabalık ilişkilerini göz önüne alalım ilkin. Bunun için bir örtüklük, dışa karşı kapalılık, olup bitene yönelik de hep kendi içinde dengelere dayalı yürüyen, yürütülen bir ilişki bütünü geçerlidir diyebiliriz. Ebeveyn-evlat arasında nasıl ki beklenti eşikleri varsa edebiyatta kurulan akrabalık ilişkileri de buna benzer beklenti eşikleri çıkarır ortaya.
Önde “aile”, “akrabalık” görünse de bu ilişki ağı, aslında görece bir tür ticari şirkettir, ama yazınsal açıdan önde manevi açıdan bu bağ görülmelidir ki sağlam paravan konumu sergileyebilsin. Bunun etkisiyle ilişkilerin perdelenmesi sağlanır çünkü.
Bu tür ilişkilere gerek duyanlar, aileye, akrabalığa katılarak kısa yoldan bir yazınsal rant elde edebileceklerini umabilir. Yazınsal rant derken, yolun başındaki yazar adayının gereksinim duyacağı, bu çerçevede çıkarı gereği bir an önce hedefe ulaşabilmek, örneğin ilk kitabını yayımlatabilmek, adından söz ettirmek, bir ödül kazanmak vb. amacıyla beklentiye girmesi, bu beklentisini sezdirmek, göstermekten kaçınmaması.
Genç yazar adayının beklenti içeren tutumlarının karşılık görmediği düşünülmemeli. Nitekim adları öne çıkmış kimi “abla/ağabey” yazarların bu doğrultuda ailelerde, akrabalık ilişkilerinde gözlenen davranış biçimlerindekine benzer sömürüye açık bir ilişkiye dönüşebiliyor hemen.
Ne var ki, böyle bir ilişkileniş biçimiyle belki kısa bir süre için görece sanki yol alınabiliyormuş izlenimi doğabilir, olasıdır, ancak herhangi bir akrabalık ilişkisi kurarak, var olan böyle bir ilişki ağına katılarak bir sonuca ulaşılamayacağı unutulmamalı hiçbir zaman.
Bu tür ilişkilenişler sonrasında genç yazar adayı, sömürüldüğüyle kalabilir, ama onuru da zedelenir verdiği ödünle. Yazarlıkta yol alanlar da bu tutumlarıyla o güne dek büyüttükleri adlarına leke sürülmesine olanak tanırlar, kendileri istemese de bunu.
Kestirme yolmuş gibi gözükse de ünlü yazarlar aracılığıyla akrabalık ilişkileri kurmak, aileye katıldığı gibisinden izlenim uyandırmak yine de akıl kârı iş değil. Çünkü yazarlık kaçınılmaz biçimde bir ip cambazlığı gerektiriyor.