SAYFA YAZISI; EDEBİYATTA ‘TÜRKİYE ÖDÜLÜ’…

EDEBİYATTA “TÜRKİYE ÖDÜLÜ”…

M.Sadık Aslankara
(10.04.2025 YAZISIDIR)

Post Öykü’nün Mart-Nisan 2025 tarihli sayısında dergi yönetimi ya da çevresinden öykücü Aykut Ertuğrul, Emin Gürdamur, Yunus Emre Özsaray, Bülent Ayyıldız, Mustafa Aplay, Oğuzhan Oğuzbey, “5 Öykücü Tartışıyor” genel başlığı altında belirledikleri düzenlemeyle “Edebiyat Ödülleri Ne İşe Yarar?” alt başlığı çerçevesinde bir tartışmayı, sorgulamayı sürdürüyorlar.

Tartışma sürecinde Emin Gürdamur’un dile getirdiği düşüncelerden, bu yazıda konu edineceğim kimi sözlerinin altını çizdim:

“Türkiye’de metni esas alan bir ödül yok maalesef.” “Bir ödül, bütün Türkiye’ye bakan bir ödül yok yani. (…) Yani tamam, verilen ödüller kötü metinlere, vasat yazarlara veriliyor demiyoruz. Ama metin merkezli bir ödül değerlendirmesi çok mu zor?” “Dergiler, yayınevleri ve ödül jürileri zaman zaman ne kadar demokratik davrandıklarını göstermek amacıyla karşı mahalleden isimlere numune kabilinden yer verirler; bu işin şov kısmı. Ben, gerçek bir metin merkezlilikten söz ediyorum.”

Emin, bu sözlerin arasında, konuya daha geniş açılı bakış getirmeye çalışarak enikonu farklı bir yaklaşım da sergiliyor:

“Türkiye’de yer etmiş, sanattan siyasete, edebiyattan hayatın her alanına yayılmış temel bir problem var. İster Doğu-Batı diyelim, ister modern-muhafazakârlar, ister sağ-sol diyelim. Kökleri Tanzimat’a kadar uzanan bu yarılma, öyle derinleşmiş ki Türkiye özelinde kanonların oluşmasını bile geciktirmiş. Sağ sol ele ele vererek yapmış bunu. Eserleri politik yorumlamışlar, eseri metin dışı siyasi sebeplerle yargılamışlar.” “İşte bu ortadan ikiye bölünme bizde ödülleri de politikleştiriyor. Belki dünyada da böyledir, bilmiyorum.”

“Tanzimat’tan beri süregelen o çatışma çok mu kötü acaba? Mesela Türkiye her anlamda benim istediğim gibi bir yer olsa… Hayat, siyaset, kültür, edebiyat cephesinde herkes benim gibi düşünse… İçimdeki gizli diktatör, bu çok güzel olurdu, filan diyor ama öyle bir Türkiye en az benim kadar sıkıcı olurdu, bu da kesin. Bir başka açıdan düşünmeyi deniyorum. İyi edebiyat bu bölünmeden ortaya çıkıyor olabilir mi?”

Emin Gürdamur, öteki öykücülerin yaptığına benzer yaklaşımla sorular üreterek sürdürüyor konuşmasını.

Ancak şu yukarıda alıntıladığım sözleri, söz konusu sorgulamanın dışında onun aynı zamanda bir diyalektik bakışla konuya yaklaştığının da izlenimini uyandırıyor. Böyledir demeyeyim, ancak okura, bu zıtlıklar, çelişkiler açısından sorunsala yaklaşılması gerektiğini sezdirdiği de apaçık ortada.

Bizdeki yazınsal ödüllerin tarihçesine girecek değilim, doğru tutumla bu, yazınbilimcilere düşen bir görev. Ama edebiyatımızda yarışmaların yaşandığı uzun süreçte geçmişten günümüze dağıtılan ödüllere kabaca göz atıldığında bile yazınımızın önde gelen adlarının da bu yarışmalarda seçici kurul üyeliği görevi üstlendikleri görülebiliyor bir çırpıda. Burada başka meslekten olanları değil salt yazarları öne çektiğimi söyleyeyim kendi payıma.

İşte o günden bugüne, artık yaşamıyor olsalar da bu ödülleri dağıtanlarla alanlar arasında bu kişilerin yazınımızda hâlâ birer yetke anlamında saygıyla anıldıkları, ama ödüllendirenlerle ödüllendirilenlerden birinin bile yaşamadığı, kimseciklerin kalmadığı söylenebilir gönül rahatlığıyla.

Peki, ödülü dağıtan ya da alanlardan yazar olarak bugün de etkisini sürdüren, aradan geçen onca zamana karşın okurun ilgiyle izleyip okuduğu yazar var mı? Var, hem de çok. Bu durum, çok somut bir olgunun altını çiziyor bizim için; ödül, sanatta, bilimde, ancak bir ilinek, yapıtın özüne dönük olumlamanın veya olumsuzlamanın göstergesi değil demek ki.

Dağıttıkları ya da aldıkları ödüllerle yaşamıyor bu adlar, somut olan bu; yazarlık hünerleriyle varlıklarını koruyup sürdürüyorlar Emin’in de vurguladığı üzere. Ama şunu da ekleyelim şuracıkta. Her ödülde seçici kurul, ödüllendirdiği yazarlar kadar ödüllendirmediklerinden de sorumludur diyebiliriz. Geçmişte ödül almadıkları halde yazınsal varlıklarını sürdüren yazarlar da bu gerçekliği anlaşılır kılıyor böylece.

O halde şuraya getireyim sözü. Edebiyatımızda hem yarışmaların seçici kurullarında görev yapan hem de bu yarışmalarda ödüllendirilen yazarlar kendi metinlerinin düzeyiyle geçmişten bugünlere nasıl geldiyse, bu olgu, günümüzde de metinlerin ödüller yoluyla değil yine kendi estetik yapısına dayalı varoluşları doğrultusunda ileriye taşınacakları anlamına gelmiyor mu görece de olsa?

Ama buna karşın ödüllerin, yolun başındaki genç yazar için çok farklı anlam taşıyacağı da gözden uzak tutulmamalı. Bir yapıtının ödüllendirilmesi, yaptığı işe bir değer yüklemesi açısından bunun genç yazar için taşıyacağı önemi asla göz ardı etmemek gerekiyor. Öyle zaman olur ki, bu ilineksel özellik, genç yazar için niteliksel önemin de önüne geçebilir. Bir sırt sıvazlamadır, sevgi nidasıdır, yüreklendirmedir, bir miktar maddi armağandır; bütün bunlar bir güç kazandırma anlamında elbette yaşamsal değer taşır.

Sonradan sonraya genç yazar da öğrenecektir nasılsa; yapıtları için iyi ki yazmışım bunu, bunları dediğinde, kendisini onaylamanın da büyük ödül olacağını elbette. Nitekim gerek dünyada gerekse bizde, zamanında ilgi gösterilmemiş yazınsal yapıtlara bugün gösterilen ilgi, ayrılan konum geçmişteki yargıcıları oldukça güç duruma düşürüyor elbette.

Yeter ki yaygın, geniş okur kitlesi değilse de yazın kamuoyunun önde gelenleri, ödülü ölçü almadan bakabilsin yazarlara, yapıtlara, bunları büyük bir içtenlikle okuyabilsin, yazarın kimliğine, kişiliğine aldırmadan benimseyip sevebilsin onu, hatta bunun da ötesine geçip sahiplenebilsin kim olursa olsun.

İş gelip dayanıyor bilerek sevmeye, yani okumaya, çünkü taraf tutanlar aslında, yazarları ya da yapıtları okudukları için değil, taraftar, seçmen, hemşeri vb. güdüsüyle en baştan taraf tutup ödülleri ayırıyor, o kadar.

Onlar ödülleri yarıştırıyor, biz ödül alan yapıtlarla gönenmeye bakalım.