ESKİŞEHİR’E VEDA…
M.Sadık Aslankara
(19.06.2025 YAZISIDIR)
Önceki hafta, “Kalmak mı Gitmek mi…” başlıklı yazımı, “Yaşadığım kentler arasında Eskişehir de önemli yer tutuyor. 2004’ten bu yana orada da yaşadım, uzun süreler boyunca kaldım, çalıştım,” diyerek noktalamıştım.
Gerçekten Eskişehir, uzun süreli yaşadığım Gündoğan (Bodrum), Datça, Lara (Antalya) yanında çok ayrı bir yerde duruyor diyebilirim gönül rahatlığıyla.
Elbette andığım yerlere keyif çatmaya gidiyor değilim, masamı taşıyorum diyeyim. Niye kalmıyorum oturduğum yerde, kalmakta değil de gitmelerde oluyor gözüm hep? Bilinçli seçimle “ev erkeği” kılığında sürekli masama bağlı çalışma zorunluluğu, çevremi değiştirmemi gerektiriyor, diyerek yanıtlayayım bu soruyu.
Nitekim öykü kitaplarımda, romanlarımda bunların bitiş tarihlerine göz atıldığında bu kentlerin adını da görürsünüz. Diyeceğim arkasından iterek masamı bu coğrafyalarda gezindiriyorum ki hep aynı yerde bulunmaktan kaynaklanabilecek bir iç sıkıntısı, melal, usanç, eziklik vb. çökmesin üzerime.
İşte yıllarca yaşadığım, bugün de yaşadığım Lara’da, (okumakta olduğunuz, “Eskişehir’e Veda…” yazısını bile orada yazdığımı [10 Haziran] ekleyeyim) yaşadığım öteki kentlerin hiçbirinde masamda getirdiklerim dışında hiçbir işle uğraşmadığımı söyleyebilirim. Dönemsel olarak Gündoğan’da yaşadığım ortaya çıkınca başta Yılmaz Onay, zorunlu birkaç buluşmaya, söyleşmeye katıldığım olmadı değil, ama bu kadarla kaldı.
Antalya’ya, edebiyat, tiyatro odaklı pek çok etkinliğe İstanbul’dan ya da Ankara’dan çağrılı olarak gittiğimi söyleyeyim. Lara’da kaldığım bu on üç yıl içinde tek bir etkinliğe katıldım oysa. Lara’da kaldığım konutu bana öneren TRT’den arkadaşım Yeşim Ertan’ı kıramazdım, “Madem buraya geldin, bir radyo söyleşisi yapalım artık,” deyince Lara’daki stüdyolara geçip söyleşiyi gerçekleştirdik Hatice Aslan Ersan’la, bu söyleşi, bu kadar yıl içinde tek etkinliğim oldu. Bu söyleşi, sitemizde yayında zaten.
Diyeceğim, yerleşiği olduğum İstanbul’da, yine yerleşiği olduğum süreler boyunca Ankara’da masamdan kalkarak pek çok etkinliğe katıldım, İstanbul’da her uygunluğumda sürüyor da bu. Ama süreğen yerleşikliğim bulunmayan coğrafyalara, salt masamı götürdüğüm için hiçbir etkinliğe katılmıyor, bu yönde herhangi işe soyunmuyorum.
Ne var ki Eskişehir, bütün bunların dışında yarı zamanlı dönemlerimin Ankara’sında yaşadıklarıma benzer bir kuşatmayla karşılayıp sarmaladı neredeyse beni.
Eskişehir’i yine de bütün bu kentlerin dışında, çok farklı bir yerde konumlandırıyorum. Çünkü kent, son yirmi yıl boyunca yaşamıma dokundu, ötesinde görece de olsa beni biçimlendirdi.
Elbette dosyalarıma bu kentte de çalıştım, ama bunun dışında arka arkaya üç yıl ayrı gruplarla farklı aşamalarda atölye çalışmaları yürüttüm, kentteki yaşamıma bunlar da girmiş oldu bu sürede.
Bu yüzden Eskişehir’in bu yanını özel olarak vurgulamam gerektiğini düşünüyorum, veda yazısı boşuna değil demek ki.
Kentle ilişkim, 2004’te başladı, başlangıcından bugüne hep sürdü. Yıllar yılı özel olarak da gidip geldim, pek çok kez kaldım kentte, öyle çok etkinliğe katıldım, farklı mekânlarda, edebiyat, tiyatro öyle dolu yaşadım ki, bir açıdan ben de kentin insanlarından biri oldum, Eskişehirli oldum.
Farklı mesleklerden dostlarım oldu, onlarla yaptığım düşünsel etkinliklere, kültür gezilerine katıldım, bütün bunlar göz önüne alındığında Eskişehir’in yaşamımda önemli rol oynamaması düşünülebilir mi hiç?
Ama yürüttüğüm yazarlık atölyesinin yeri bambaşka. Hoş, bugüne dek Türkiye’nin azımsanmayacak kentinde çocuktan gence, yaşlıya pek çok farklı atölye çalışması yapmamış değilim, ancak, bu atölye, ötekilerin tümünün önüne geçiyor yine de.
Atölye deneyimi, elbette benim için de pek çok kazanım getirdi. Yapılan işin ayrıntılarına birebir hakim olmak gerekirdi böylesi bir işe soyunabilmek için, benim bu anlamda bir sıkıntım yoktu, ancak iş bu kadarla bitmiyordu. Bir atölye yapıyorsanız, katılımcıların gelişimsel sorumluluğunu da üstlenmek zorundasınız demektir. Bu, onların yalnız bilişsel düzeyleriyle değil, duygusal düzeyleriyle de yazarlığı benimseyip bunun gereklerini yerine getirebilmeleri yönünde atölye kurucusuna büyük sorumluluklar yüklüyor. Yani atölye yürütücüsü, bu bağlamda kendisini gerçekten görevli saymak durundadır. Çünkü atölye bu amaçla yola çıkmış, katılımcılar bunun için aday olmuştur. Öyleyse gereği yerine getirilmelidir.
Ben kendi payıma, bu doğrultuda neredeyse kitap oluşturma oylumunda çalıştığımı söyleyebilirim söz konusu sorumluluğu yerine getirmek amacıyla. Kuşkusuz her katılımcı bundan gereğince yararlanamayabilir, bu sizden kaynaklanmaz salt, kimi katılımcı da atölyeye uyum sağlamakta zorlanabilir.
Eskişehir’de atölye, bunun yanında farklı bir projeksiyon da sundu benim için. Böylece yazınımızı bir başka açıdan gözleme fırsatı yakaladım çünkü, daha geniş açı oluşturup edebiyatımızda olan bitene farklı bir bakışla yeniden bakma olanağı yakaladım. Çünkü atölyelerin, edebiyatımızın örtük kalmış bir güncesi anlamında alınabileceğini Eskişehir’deki bu atölye aracılığıyla gözledim, somut olarak kavradım.
Edebiyatı bütün olarak gözlemek için iyi bir fırsat sunuyor çünkü atölye; gerçekten fırsat, çünkü bir mikro edebiyat âlemi olarak öne çıkıyor bu atölyeler. Yazarlık atölyesi, edebiyat dünyasını, bütün açmazlarıyla gözler önüne seriyor, bu anlamda gerçekçi bir laboratuvar olarak alınmalı bana göre.
Böylelikle ben de bu yolculukta kendimi yeniden biçimlendirip eğitme fırsatı yakaladım diyebilirim. Eskişehir’e veda ederken bunlar eksik kalmasın diye yazayım istedim.