FETHİYE BELGESEL GÜNLERİ…
M.Sadık Aslankara
(17.04.2025 YAZISIDIR)
Sizler bu yazıyı okurken ben, masamdan uzakta, 18-20 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek 8. Fethiye Belgesel Günleri’nin çağrısına ayak uydurmuş, Fethiye’ye katılmış olacağım.
Bu yılki “tema”sı, “Toprak; Olmak ya da Olmamak” başlığıyla belirlenen Fethiye Belgesel Günleri için yıllardır buna emek döken, etkinliğin düzenleyicisi şair-yazar-belgesel sinemacı Sabri Kuşkonmaz, yanı sıra adsız kahraman dostlarımız, onurlandırıcı tutumla, Okan Çançin arkadaşımla yaptığımız Yücel ile Tonguç’un İzinde Bir Ömür adlı belgeselimizi de özel bir gösterimle sunum akışına almış bulunuyorlar.
Ayrıca bu yılın “onur konuğu” seçilmem nedeniyle etkinliğin açılışında, benden bir “konuşma” da istenince, “Sayfa Yazısı”nı etkinliğe ayırmak gereği duydum doğal bir yönsemeyle. En azından konu çerçevesinde gezinerek etkinlik teması odağında bir değini dizisi kaleme alabileceğim kanısına vardım böylece. Bu, yine de fazla özelleştirmeye girişmeden yazıyı kaleme almaya çalışacağım anlamına geliyor kuşkusuz.
Gerçekten bu topraklar için, yani Anadolu’yu Anadolu yapan, öte yandan dünyanın neredeyse tüm uygarlıklarının, bunun yanında özellikle bilimsel sıçrayışların geçiş yeri bağlamında, birbirine girişerek kaynayışlar yaşandığı köprü konumundaki bu yurdu, tüm dünyanın anayurdu kılan topraklar için bu yurdu geçmişten günümüze bütün yurtseverlerin bir tanrıçaya duyduğu gönül borcuyla kucakladığı söylenebilir.
Demek ki insanoğlunun toprağa yerleşmesinden bu yana Anadolu’nun bir toprak yurdu, yaratıcı yurt olduğu apaçık. Buradan az ötesi Burdur Hacılar, onun az ötesi Konya Çatalhöyük, onun da biraz ötesi Urfa Göbeklitepe.
Her karış toprağında her defasında yeniden yeniden mühürlenen bu örneklere benzer evrensel bir kalıt olgusunu, özetle toprak kültürünün izleriyle dolu bir yurtta Anadolu’da yaşıyoruz. Biz işte bu yurdun, Anadolu’nun en başta birer toprak insanı, bu vatanın toprak kardeşi, topraktaşıyız.
Mustafa Kemal’in Çanakkale’de yatan Anzak askerleri için söylediği söz unutulabilir mi?
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. (…) Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. (…) Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır… Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Toprak kardeşliğimiz, bizi bu toprakların bütün kültürleriyle, üzerinde üretilen bilim, sanat, düşünce her ne varsa, bütün bunlarla da kardeş kılıyor. Yalnız kardeş yapmıyor, aynı zamanda bu kültürün, bu toraklarda mayalanıp doğan uygarlıkların taşıyıcısı, sahiplenicisi de yapıyor. Bu sahiplik bize hem toplumca hem bireyce aynı zamanda büyük sorumluluk da yüklüyor elbette.
Bu nedenle her birimiz Anadolu’nun birer toprak taşıyıcısı kültür bekçisiyiz. Sorumluluklarımız öylesine çok, görevlerimiz öylesine büyük!
İşte TRT Antalya Radyosundan Saffet Uysal, sırtında teyp, elinde mikrofon, bütün yurdu bir uçtan öte uca dolaşır, “Bu Toprağın Sesi” diyerek toprakta yaşayıp toprakla atan her yüreği kaydedip haykıra ünleye yayımlamaya bunun için çaba harcadı, yine bu topraklara ter döktü.
TRT İzmir Radyosundan Fikret Alan, sırtında teyp, elinde mikrofon, bu topraklarda üretilen bilimden kültüre, sanata her köşeye yetişip bu doğrultuda olup biten güzellikleri heyecanla, coşkuyla memleketin en ücra köşesine dek duyurmak için hep koştu, koştu.
Şimdi onlar yaşamıyor, ama yine de bu anlayış, toprağı sahiplenme duygusu bütün yurtta sürüyor.
Fatih Orbay, yıllar yılı emek vererek Anadolu toprağının bin bir rengini, bin bir kokusunu taşıyan çiçeklerini belgeledi, gökyüzünde süzülen, sularında çimen kuşlarını çektiği belgeselleriyle bu toprakların hak ettiğini yine bu topraklara sunmaya çalıştı. Pek çok belgeselci bu anlamda sıraya girdi, bu yurdun topraklarını karışladı, nadasladı, harmanladı, tohumladı eti tırnağıyla…
İşte son olarak bugün seksen beşinci kuruluş yıldönümünü kutladığımız, 17 Nisan 1940’ta kabul edilen yasayla Köy Enstitüleri de bu toprakların gelişimi kültürel kalkınması için yola çıktı.
Köyden kalkan o günün çocukları, eğitimli birer öncü halinde tekrar köylerine dönüp bu toprağın hakiki sahipleriyle kol kola girerek Anadolu’ya, son yüzyılın en büyük katkısını sağladı.
Fethiye Belgesel Günlerinde bir belgeselle yaşamöyküsü sunulacak Feyzullah Ertuğrul da Fethiye’nin şuracığında Yatağan’ın Nebiler köyünde doğdu, ama cumhuriyetin katkısıyla İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsünde çiçek açtı, sonra kendi köyüne öğretmen olarak döndü.
Feyzullah Ertuğrul, 2021’de aramızdan ayrıldı, az ötede Muğla toprağında yatıyor. 1926’da doğmuştu, yüzüncü doğum gününü kutluyoruz.
O uzun ince yollar, Anadolu’nun bozlaklı yaylaları, geçe yürüye, kona göçe Âşık Veyselce deyişle aşıldı, sadık yarimiz oldu kara toprak, böylelikle de göverip yeşillendi, çiçeklendikçe çiçeklenip dal budak saldı, kök emeç gelişti yurdu sardı, bizleri besleyip büyüttü, ülkemizi şenlendirip şenlik yerine çevirdi.
Dünyada yaşayan her canlı böyle bir otağ içinde sürer yaşamını, bu üçgende tamamlar ömrünü. Doğar, büyüyüp düğün kurar, döl verip sonunda yeni bir yaşama kucak açmak üzere toprağa düşer.
Toprağa düşmek, bu toprağın verdiği dölü yani bu kutsal emaneti yine toprağa, sahibine teslim etmektir; bunun da adı ata tohumudur.
Sekiz yaşına basan Fethiye Belgesel Günleri, bugün işte bu ata tohumunu tutuyor ellerinde, bir kutsal emanet halinde. Ancak unutmayalım; bu emanet, görev, sorumluluk hepimizin üzerinde, tüm insanlığın üzerinde.