HER DOSYA KENDİSİNE YER BULABİLİR Mi?
M.Sadık Aslankara
(25.09.2025 YAZISIDIR)
Bir dosyanın kendine “yer bulabilmesi” ayrı, “yer açabilmesi” apayrı olgular. Buna geleceğim.
Yazın-yayın dünyasında gitgide şöyle bir sanının gezinmeye koyulduğu izlenimine varıyorum artık kimi yaklaşımlara bakarak. Büyük yayınevlerince değil de görece daha küçük yayınevleri tarafından sunulan kitaplar genelde vasat ya da vasat altıymış gibi algılanıyor.
Buna göre büyük yayınevlerinin yayınları yazınsaldır, tartışılamaz, küçüklerin yayımladıklarıysa zaten büyüklerin geri çevirdiği dosyalardan oluşur. Öyleyse büyüklerin yayını saygın bir değer taşır, ama küçüklerinki bir tür çöp yayındır. Böyle değilse de en azından yazarının maddi desteği ya da doğrudan giderini karşıladığı kitaplardır bu yayınlar daha çok.
Böylesi bir öne sürüşün genelleme anlamında kabulü olanaksız elbette. Bu olguyu, ilgili sorunsal kümesi içinde birlikte alıp değerlendirebilmek için en başta kibirden, bıyık altı küçümseyici yaklaşımdan uzak durmak, alçakgönüllü, hoşgörülü, mütevazı bir yaklaşımla konuya eğilmek gerekiyor.
“Dosya” derken kendi payıma salt alanıma giren öykü roman dosyalarını kastediyorum, aksini belirtmedikçe bu bağlamdaki yazılarımda “dosya”dan söz ettiğim her seferinde vurguladığım metinlerin, öykü roman kurmaca ürünler olacağının altını kalınca çizeyim yazıya girerken öncelikle.
Şimdi yukarıdaki yazı başlığından yola çıkalım: Her dosya, yerini buluyor mu? Bunun arkasına şöyle bir soru-sorun da eklenebilir. Eğer yayınevlerini merkezde ya da çevrede yer alışına göre iki bölük halinde ayırırsak, yayımlanan kurmaca öykü romanların da yayınevleri arasında böyle bir ayrımla okura ulaştırıldığı, hatta büyük yayınevlerinin belki de bunu bir pazarlama yöntemi kavrayışıyla özellikle yaydığı öne sürülemez mi bu durumda?
Kabaca on yıl öncesine dek, kuşkusuz merkez yayınevlerinin ağırlığı, bu yönde taşıdıkları özgül bir ağırlıkla kendini somutluyor, yayınevi de bu basıncın bilincini apaçık yansıtıyor, kaldı ki bu yansıtım herkesçe, en başta yazarlar tarafından da gözlenebiliyordu. Oysa yuvarlamayla on yıldan bu yana merkez yayınevlerinin öyküde romanda baştan bu yana Türkiye aydınlanma tarihi içinde yansıttığı ağırlıkla basıncın irtifa yitirdiği, hatta enikonu savrulma sergilediği kanısı taşıyorum kendi payıma. Bunu neye dayanarak öne sürüyorum; geniş bir yelpazeye yayılan okumalarımın kazandırdığı olanağa, yayınevi ayırmaksızın geniş yelpazedeki okuma dağarıma göre paylaşıyorum salt. Bu çerçevede örneklenebilecek öykü kitapları, romanlar zaten somut biçimde ortada duruyor.
Her yıl hiç durmaksızın yüzlerce dosya gezindiriyor yazarlar ya da yazar adayları yayınevleri arasında, merkez-çevre fark etmiyor, ne denli “adres” varsa ilişki kuruyorlar hepsiyle, yeter ki “yayınevi” bağlamında adı bilinsin, dosyası kitaplaşsın, bu yetiyor yazar olmaya karar kılmış kişiye. Ellerinde dosya, dosyalar yıllarca gezinip yer arayan bu paydaş yazar topluluğu, dosyalarına yer bulmakta hiçbir güçlük çekmeyen birkaç onlu sayıdaki yazar dışında yüzleri kat kat bulup aşan neredeyse kitle boyutuna ulaşıyor artık günümüzde.
Ellerindeki dosyalar ürettiklerinin kaçıncısıdır bilemem adayların, ancak salt “ilk kitap” ödülüne aday dosyalara açık öykü roman yarışmalarının bile bunca revaçta olması, buralara yapılan dosya başvurularındaki sayının da yüzlerle ifade edilir hale gelmesi doğrusu bana şaşırtıcı görünüyor. Elbet bu dosyaların tümü değilse de bir bölümünün söz konusu yayınevi gezintileri ardından yazarlarınca son bir umut bu yarışmalara gönderildiği kestirilebilir.
Yarışmaların yinelendiği, bir yıl sonrasında katılımın önceki yarışmalarda gözlenen sayının altına yine de inmediği görülüyorsa eğer, o zaman yüzlerce yazarın/yazar adayının binlerce dosyasından söz ediyoruz demektir herhalde.
Hiç durmadan merkez-çevre yayınevleri ya da yayın yapmasa da basımevleri arasında gezinen, yarışmalara katılarak kendilerini göstermeye, sonuçta ilk kitabıyla veya katıldığı yarışmadan elde ettiği ödülüyle yazınımızda onaylanmayı bekleyen bir küçük ordu hazır bekliyor demektir alanda.
Ellerinde dosya, çözüm yaratmaya değil sunulan çözümden yararlanmaya çalışan bu kalabalığa bir tür “başıbozuk gerilla yazar” kitlesi gözüyle bakılabilir pekâlâ. Bu eylem yazarın, dosyasına yer bulma girişimi bağlamında alınabilir. Bu tür yer bulma girişimi, yazarın herhangi müdahale şansı bulunmadığında kendisine yer verilmesi olasılığına dayalı bir eylemdir, denebilir. Çünkü burada yazar, kendi edimiyle yol alamaz. Ona merkez-çevre yayınevi, hangi gerekçeyle olursa olsun bir yol verir, böylece yazarın dosyası da yer bulur.
Yazar, kendi dosyasına yer açarken ama nice kahrını da çekse bunun, nice yayınevi arasında dosyasını gezindirse de sonuçta dosyasındaki hünerle er ya da geç, bunu başarır. Bu, yazarın yazınsal anlamda benzersizliğinden, biçemindeki yenilikten ya da ender de olsa getirmeyi başardığı farklı biçemden kaynaklanır.
Bu tür dosyaları bütün yayınevlerinin basmak için yarışacağını, geri çevirmekten nasıl pişmanlık duymuş olabileceklerini kestirmek güç değil.
İşin bir yanı buysa, öteki yanında diyelim yarışmalarda ödüllendirilen dosyalardan asla aşağıda kalmayan, merkez-çevre yayınevlerince neden yayımlanmadığını bir türlü anlayamadığım kimi dosyaların yazarlarına karşı hep sorumluluk duydum. Seçilenle, katılanlardan aday olarak öne çıkan dosyalar arasında bir fark olduğundan kaynaklanmıyor ödüllendirme, artık bir eğilim onu öne çıkarıyor diyebiliriz bunun için, bu kadar. Bu yönde bugüne dek en az on-on beş yazarın adı bende saklı. Bu yüzden kimi yazılarımda özellikle vurguladığım düşüncemi bir kez daha dillendireyim: Bir seçici kurul üyesi, ödül verdiği yazarlar kadar ödül vermediği yazarlara karşı da sorumludur.
Buna ek, şunu da söyleyeyim yeri gelmişken; herhangi yayınevi, yalnız yayımladığı kitapların değil yayımlamadığı dosyaların da etik, estetik vb. açıdan sorumluluğundan kendini kurtaramaz. Edebiyat, bütünsellik içeren bir yazınsal ruhlar geçididir çünkü. Her yazınsal ruh, kendi edimiyle yer edinir ya da silinir.