SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; 90’lar Edebiyatı Üzerine…

90’LAR EDEBİYATI ÜZERİNE…

M.Sadık Aslankara
(30.4.2020 YAZISIDIR.)

“Doksanlar Edebiyatı Üzerine İleri Geri Düşünceler” deseydim, sanırım daha doğru olurdu başlık.

Çünkü bu başlık altında dizgesel yaklaşımlarım, izleksel olarak süreğen biçimde konu üzerinde duruşum çevresinde gezinmekle birlikte temel düşünce akışının beni sürükleyeceği kıyı köşe gezintiler de yapacağımı, hatta kimileyin savruk sıçramalarımın da buna eşlik edebileceğini en baştan söyleyeyim. O zaman, yazı başlığına bir “taşkınlık” yüklemem zorunlu.

“Hey on beşli, on beşli,” sözünü anımsayan çıkacaktır. Çanakkale için yakılan ağıtta geçer. Zaten askerlikte “tertip” deyişi de aynı yaş kuşağının simgesidir bir bakıma. Ay ya da bir yıl farkıyla doğanlar “yaşıt” olarak nitelenir çünkü. Erkekler, askerliğe de birlikte çağrılır, birlikte “tertip” biçiminde anılır hep.

“Hey on beşli”deki on beş sözü, silah altına alınacakları dile getiriyor, on beşlilerden oluşan tertip anlamında. Miladi bin dokuz yüz on beş değil hicri bin üç yüz on beş bu tarih. O da 1894’e karşılık geliyor. 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşıyla birlikte 1915 Çanakkale cephesine sürülen, hiç yaşamadan toprağa düşen yirmilik delikanlılar bunlar.

Ne var ki edebiyattaki kuşakları ya da tarihteki çağları, “tertip”te olduğu gibi peynir kesercesine dilimlemek olanaklı değil. Peyniri dilimlerken bile cetvelle çizmişçesine bunları birbirinden ayıramıyorsunuz. Birinden ötekine, ötekinden berikine parçalar takılabiliyor.

Nitekim tarihi çağlarla ilgili olarak “erken tunç çağı” ya da “geç ortaçağ” deyişi bu gerçekliği ele veren önemli bir gösterge.

Şimdi 1950 Kuşağı öykücüleri (veya 1950 Öykücü Kuşağı yazarları) veya İkinci Yeni şairleri denildiğinde bu başlık altına kimler alınabilir, düzayak bir kestirimde bulunmak olanaklı değil o halde.

Doğumlarına veya ilk kitaplarını yayımlama tarihlerine bakılarak böyle bir yargıda bulunulamayacağı gibi birlikte aynı dergilerin çevresinde toplanmalarına, aynı okulların, mahfillerin veya lobilerin paydaşları olmalarına, buralarda bir araya gelişlerine bakarak da bu yönde yargıda bulunulamaz. Ama doğum tarihleri, kentleri, okulları, ilk yayın tarihleri, kökenleri, anadilleri, inançları, siyasal bakışları vb. farklı da olsa bu adlar, aynı sorunsalı temel/ana izlek alıp dünyaya bakış, gerçekliği ele alış, işleyiş anlamında bir aradalık sergiliyorsa eğer, bu imzaları hep birlikte aynı kuşağın üyeleri arasına katmak mümkün o zaman.

“Kuşak” denildiğinde, bunu, bütün öteki gruplardan, topluluklardan vb. ayıran “yan” ya da “temel özellik”, “baskın karakter” her neyse, bunun üzerinde durmak gerekiyor daha çok. Nitekim gerek bitkibilim gerekse hayvanbilim, türleri ayırmada evrimin yol göstericiliğinden yararlanıp bu doğrultuda ileriye doğru hamle yapmaz mı?

Bu yaklaşıma yaslanıldığında bilimsel, nesnel ölçütlere göre kuşakları değerlendirmek belki daha doğru bir tutum olarak alınabilir.

Bu durumda aynı kuşağı kendi içinde bölümlendirmek de olanaklı demektir. Buna göre 1950 kuşağı içinde de “erken”, “geç” bağlamında anılabilecek adlar çıkacaktır doğallıkla. Öyle ya, başlangıçta bu kuşakla kol kola girmişken sonradan bu yoldan ayrılmış ya da başlangıçta ortada yokken sonradan bu kuşakla etkin biçimde kol kola girip yürüyüşe katılmışlar olabilir pekâlâ. Yeter ki kuşak üyesi olarak anılan her imza, genel anlamda aynı biçimde sanat yapma eğilimi sergilemiş olsun.

İşte edebiyatımızda 90 Kuşağı olgusunu da 1950 Öykücüler Kuşağına bakıldığına benzer yaklaşımla değerlendirmek gerekiyor demektir bu durumda.

Konu üzerinde düşünsel gevişimi, ileri geri sarışlar eşliğinde sıçramalı savurmalarımı yeni uçkunlarla sürdüreceğim.