SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; Anlatının Taban Suyu

Anlatının Taban Suyu…

M.Sadık Aslankara
(02.4.2020 YAZISIDIR.)

“Can suyu”, taban suyu”, “dip suyu” vb. sözcükler, tarım ya da coğrafyanın terimleri arasında yer alsa da her birinin birer eğretileme öğesi bağlamında yazında kullanılması olanaklı elbette.

AlanDAKİ sözlükler, “taban suyu” terimi için, suyun toprak yüzeyinden sızıp içeride “geçirimsiz bir tabaka ya da anakaya üzerinde birikmesiyle oluştuğu” açılımını getiriyor. Buna göre taban suyu, yüzeyden 1-2 M derinlikte çıkabileceği gibi 50-60 M’ye dek inebiliyor.

Anadolu’da uzun yolculuklarda ister istemez göze çarpan, kimileyin onca kıraç yerde hatta tepede yalçın kayalıklar üzerinde boy vermiş görünen, üstelik alabildiğine canlı, diri duran bitkiler olur ya, işte onlar, kökleri aracılığıyla ne yapıp edip bir yol bulan, ama sonuçta taban suyuna ulaşmış ağaç, çalı vb. türler bağlamında alınabilir.

Hani denir ya, “Kıraç yerin yemişi daha tatlıdır,” diye, söz konusu ağaç, bitki nerelerden bulup çekiyorsa taban suyunu, artık ne kahırla, zahmetle olgunlaştırıp şerbetlendiriyorsa meyvesini, sonunda bir bal hevengi yaratıyor demek ki bunda. Öyleyse bu amacına dönük olarak bitkinin canhıraş nasıl emek verdiğini unutmamak gerekiyor asla.

İşte yazınsal anlatılar da yazarların, bitkilerdekine benzer, yararlandığı bu taban suyuna göre şekil alabilir pekâlâ.

Nasıl mı?

Bir yazar da öykü, roman anlatısını kurarken, taban suyunu ne kadar derinden alırsa, geçtiği her farklı tabakadan bu suya karışan farklı mineralleri de içine çekecek, suyla beraber bu değerlerin tümünü ballandırdığı işte o meyveye yani sözcüklerine dek taşıyacaktır.

Bir de yüzeye yakın, hemen yanı başındaki taban suyundan yararlanan, bir ölçüde düşük nitelikli bu sığ sudan ötesini göremeyen, bunu geçemeyen bitkileri, hadi diyelim yazarları düşünün.

Bunların ömrü ne kadar olabilir ki? Kökleri hemen yakınlarındaki taban suyuna ancak ulaştığından, ötesine de erişemediklerinden hem meyveleri biraz yavan, sası olur hem de uzun boylu bir hayat da süremezler. Kavız gibi gelip geçerler şu yeryüzünden.

Bir de dağ başlarında, som kayalar üzerinde bir anıt gibi dimdik uzanmış ulu, yüce ağaçlar vardır, bırakın kara kışa dayanmayı, uzun, upuzun yıllara da meydan okurlar.

Kimi yazarlar, başları doruklara çıkmış, bulutlarla buluşmuş birer anıttır edebiyatımızda. Onların taban suyu, derin mi derinlerden gelir, beslendikleri öyle çok katman, doku vardır ki. Dilden, kültürden, halkın masalından, efsanesinden beslenir, giyimi kuşamından, yemesi içmesinden etkilenir, ezgisi nefesinden, sazından sözünden esinlenir, sonra da oturur aşkla, sevdayla, tutkuyla yazar da yazar…

Nâzım Hikmet, Sait Faik, Yaşar Kemal vb. yazarlar, taban suyunu işte bu halkın bağrından, Anadolu’nun her karış toprağından taşıyıp da dili dile, sözü söze ekleyen şairlerimiz, yazarlarımız.

Anlatıda usta olmanın bir anlamı da bu demek ki.

Ya siz, yazar olarak siz taban suyunuzu nereden, nerelerden çekiyorsunuz hiç düşündünüz mü?