Artık Herkes Kitaplı Yazar…
M.Sadık Aslankara
(01.11.2018 YAZISIDIR.)
1930’larla 1940’larda cumhuriyetle yaşanan ve Hasan Âli Yücel dönemi çeviri hareketi, sonra Tercüme Bürosuyla çığır oluşturan büyük yayın hamlelerine karşın yayınevi sayısıyla yayımlanan şiir, öykü, roman, oyun vb. telif kitap sayısının bugünkülerle karşılaştırılamayacak ölçüde güdük kalacağı kestirilebilir.
Bırakalım 30’ları, 40’ları 1961 Anayasasıyla bir büyük yayın devriminin yaşandığı 1960’larda bile bu ölçüde baş döndürücü bir hız yakalanabilmiş değildi.
Aynı şekilde 1930 başlarından 1950’lere uzanan süreçte pek çok kentimizde özellikle yerel Halkevi birimleri aracılığıyla belirgin bir yayın faaliyetinin sürdüğü, dergi, kitap yayımlandığı da biliniyor.
Nitekim o yıllarda, bu işi daha çok görev anlayışıyla yerine getirmiş, bu nedenle de yazar olarak anılamayacak farklı meslekten pek çok insanın birer “yazar” olarak bu yayınların müellifi konumunda göründükleri de dile getirilebilir.
1970’lere kadar Varlık, Remzi, İnkılap, Cem, Bilgi vb. pek çok yayınevi, âdeta birer kurum niteliğiyle yalnız yayın dünyamızda değil, kültür yaşamımızda da ağırlıklarını, ciddiyetlerini, kapladıkları yeri korudu hep.
Bir yazarın devlet yayınevi kadar bu nitelikteki yayınevleri tarafından kitabının yayımlanması da kendisine âdeta ”resmiyet”, daha doğrusu “meşruiyet” kazandırıyordu.
Bir söyleşimizde Faruk Duman’dan da buna benzer bir tanıklık duyunca şaşırmadım. Sevgili Erdal Öz, sanki bunun ayırdında değilmiş havasında, ama besbelli cinlik fışkıran tutumla, “Yahu,” demiş günün birinde çok şaşırmış gibi yaparak, “bakıyorum da, Can’da kitabı yayımlanan her yazar meşruiyet kazanıyor.”
Evet, doğru. Her dönem, ağırlık taşıyan yayınevleri olduğu bir gerçek. “Adam” gibi bugün artık yaşamayan kimi yayınevlerinin bile yayımladığı kitaplar aracılığıyla günümüzde hâlâ değerini koruyup anımsanıyor olması da buna bağlanmalı.
Sözünü ettiğim nitelikte, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca etkinliğini koruduğu izlenimi bırakan bir yayıncılık kavrayışının egemen olduğu o yıllarda bir görünüp sonrasında ortadan kaybolmuş imzaların kitapları da elbette yayımlanıyordu. Kimi kitapların kapağına bakıldığında, yazarlarınca yayımlandığı, hatta “kendi yayını” türünde bir ifadenin apaçık yer aldığı olurdu. Diyelim, yayın organlarından birinde bunların tanıtımı mı yapılacak, söz konusu vurgu, yazıda da apaçık dile getirilir, doğrusu bundan da hiç kimse gocunmazdı.
Oysa günümüzde, yazarlar tarafından yayımlanan kitaplar, edebiyatımızda farklı bir sektörün de iştahını kabartmış durumda. Adına “edebiyat endüstrisi” diyebileceğimiz bir etkinlik dizisi içinde kimi yayınevleri belki en başta böyle bir amaç doğrultusunda kuruluyor ya da bu alanda ortaya çıktığı öngörülebilecek boşluğun doldurulması için yayın gündemlerini buna göre düzenliyor.
Artık yazarlar baştan kitaplı. Herhangi dergide bebekliğini, emekleyişini göremediğimiz pek çok imzanın, bir anda bir kitapla ortada boy gösterdiğine tanık olabiliyoruz. Münferit bir örnek de değil üstelik bu. Sıklıkla önümüze gelebiliyor örnekler.
Oysa geçmişte yoğun çabayla kısa sürede büyük yol aldığı düşünülen imzaların tanıtımında, kişinin yazarlığından söz edilirken, “kitaplı yazarlık” özellikle dikkate alınır, bu kabul, dergilerde yazıları görülse de daha çok kitaplı yazarlığın dikkate alındığını ele verirdi.
Şimdilerde bu ifadenin hiçbir anlam taşımadığı, taşımayacağı anlaşılıyor. Geçmişte kalan “kendi yayını” ifadesinin hiçbir anlam taşımayacağı gibi.
Öyle ya, herkes kitaplı yazar! Çünkü günümüz yazarı, sonradan kitaplanmıyor, kitaplı yazar olarak doğuyor.