BAĞIMSIZ YOKSUL BELGESEL…
M.Sadık Aslankara
(5.4.2022 YAZISIDIR.)
Bu hafta yeni bir belgeselimizle buluşturuyoruz sizleri: Rıfat Ilgaz. Yayımlanacak ilk bölüm, Rıfat’ın Cide’si… adını taşıyor. Önümüzdeki hafta yayına vereceğimiz ikinci bölümünün başlığıysa Cide’nin Rıfat’ı…
Rıfat Ilgaz belgeselinin her iki bölümüne “Bağımsız Yoksul Belgesel” söylemiyle giriliyor, hep yapageldiğimiz biçimde.
Yıllar geçti aradan, hangi belgeselimizle başladık, “Bağımsız Yoksul Belgesel” ifadesini ilk kez hangi belgesellerimizde kullandık, doğrusu ben de anımsamıyorum şu an. Neresinden baksak en azından yirmi yıl olmuştur üzerinden geçen zaman. Kaldı ki Okan’la (Çançin) çalışmalarımız boyunca belgesellerimizi aslında hep bu temel üzerinde kurduğumuzu, bu zemin üzerinde yükseltip yapılandırdığımızı düşünüyordum da bunun adını koyamıyordum belki henüz o sıra, ama konuyu aralıklarla Okan’la konuştuğumu, neden böyle bir söylemi kullanmayı gereksindiğimi kendisiyle paylaşıyor, bunu tartışıyordum sürekli.
Belki de çıkış noktası şuydu benim için, en azından bu kavramı düşünmeye koyulduğumda, içini doldurmaya giriştiğimde: Yapımına karar verilen, çekilmesi âdeta zorunluk bağlamında öncelenmiş herhangi belgesel için atılması gereken ilk adım, söz konusu filmin bütçesini tasarlamak olamaz, olmamalı!
Ne yapılması gerekir öyleyse? Tam tersi kavrayış sergilenmeli, olgusal anlamda belgesel için seçilmiş “konu” nesnesinin gerçekleştirilmesi öngörülmüşse eğer, bir lokma bir hırka anlayışıyla bunun için elde asa ayakta pabuç dervişan bir toklukla yine yola çıkılabilmeli, kaçmadan, kaçamak yollara sapmadan belgeselin gerçekleştirilmesi için bu işe doğrudan baş konulmalı, hatta çekime bile başlanabilmeli!
O zaman şöyle bir gerçekle yüzleşilecektir ister istemez: Her türlü güçlüğün, engelin yol kestiği bir olanaksızlıklar ortamında yine de belgesel yapmaya girişmek doğru mu? Bu sonuçla üretilen belgesel zaaf taşımaz mı, görece de olsa değerini yitirmez mi? Sinemasal doygunluk taşımayan bir belgesel, bu durumda yarardan çok zarara yol açmaz mı?
Gerek Grotowski’nin, “Yoksul Tiyatro” kavramıyla dünya tiyatrosuna kazandırdığı alan olsun gerekse dünya sinemasında ya da belgesellerde “yoksul” söyleyişinin geçtiği yapımlarda anıldığı biçimiyle söz edilsin bunun insanı ilk ağızda ekonomik anlamda bir gerçeklikle sıkı sıkıya kuşatacağı kolaylıkla öngörülebilir.
Yalnız belgesel sinemada değil kurmaca sinemada da yapım bütçeleri büyük önem taşıyor kuşkusuz. Öyle ki festivallerde bütçelerin tartışıldığı, hatta dar bütçeli filmler konuşulurken kimilerinin birer kahramanlık anıtı olarak üzerinde durulduğu bile gözlenir. Kaldı ki küçük bütçeli filmlerin kabul edildiği festivallerin de bu açıdan önemli bir işlev taşıdığı unutulmamalı.
Belgesel olsun kurmaca olsun, önemli olan filmin karşısında alıcıda ya da seyircide bunun yol açacağı etki kuşkusuz. Eğer belgesel, seyircisini eyleme geçirip bu yapımı ona yeniden kurdurmayı başarabiliyor, ruhuna değen bu çalışma onda yepyeni ufuklar açabiliyor düşünsel açıdan kendisini bir başka düzeye sıçratabiliyorsa, dev bütçe gerekmeden de bu başarılabilir demektir.
Buradan yola çıkıldığında söylenmek istenen açık, ortada öylece görünür biçimde duruyor çünkü bu; küçük bütçelerle, dar bütçelerle, olanaksızlık içinde hatta kısıntılara gidilerek film yapılabilir, belgesel çekilebilir. Beri yandan teknik araç gerecin, her geçen gün daha da yaygınlaştığı göz önüne alınmalı, ayrıca bunlara ulaşmak git gide kolay hale gelirken her konuda film yapabilmek artık alabildiğine kolay ya da bu hesapla asla olanaksız değil, yani belgeselin her türlüsü “mümkün” diyebiliriz.
Bu söylemde “Yoksul” sözcüğü, ister istemez bunları düşündürüyor bize. Bütçenin karşılanması amacıyla beklemek, bir yerlerden katkı sağlamak için çabalamak, sanki böylesi katkı alınamazsa belgesel yapmaya kalkılamayacakmış havasında inayete muhtaç görüntü vermek zaten en başta belgesel sinemacılığın ruhuna aykırı bir tutum olacaktır.
Biz Okan’la belgesellerimizde bu kavramsal açılıma dayalı söylemle giriş yaparken, kimileyin, “Bu belgesel için hiçbir kişiden ya da kurumdan katkı istenmemiştir,” veya “alınmamıştır” türünde olguyu daha da somuta oturtan ifadeler kullandığımız bile oluyor. Şu da var: Bir iki kez de olsa sinema destek fonundan yararlanmak amacıyla Kültür Bakanlığına başvurmamış değiliz, ama bir katkı verilmedi ve biz katkı verilmeyen belgeselimizi gerçekleştirmekle yetinmedik, sunuşta ona da, “Bu belgesel için proje desteği amacıyla Kültür Bakanlığına başvurulmuş, ancak katkı alınamamıştır,” türünde bir not eklemeyi de ihmal etmedik.
Biz belgesel yapacaksak, buna zaten kendimiz karar veririz, çünkü belgeseli, çekimi yapılacak konu nesnesinin kendisi engelleyebilir ancak.
Belgesellerimizde geçen “Yoksul Belgesel” ifadesinin önüne getirdiğimiz “Bağımsız” söylemi bunu vurguluyor işte. Yapımına karar verdiğimiz belgesel için bir bütçeye gereksinim duyacağımız açık, milyoner değiliz, ancak bir katkı bekleyerek geçiremeyiz zamanı, öngördüğümüz belgeseli çekmeyi zorunluk halinde almışsak kolları sıvar işe de koyuluruz.
Evet, proleter bir belgeselcilik, kabul.
Ama unutmayalım, aynı zamanda militan bir belgeselcilik bu.
İşte Rıfat Ilgaz belgeseli bunu örnekleyen çalışmalarımızdan biri. Yirmi yıl boyunca tutkuyla gerçekleştirdiğimiz bir çalışma.
Rıfat Ilgaz, elbette çok daha iyisini hak ediyordu, ama biz de bu yirmi yıl boyunca liyakatle her şeye karşın ona layık bir belgesel yapmak için çabaladık.
Yılmadık ve sonuca ulaştık.
Ama karar yine de sizin.